57. Alay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
57. Alay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2015 Çarşamba

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

Milyonda Bir İhtimal Olan Mermilerin Havada Çarpışmasına Şahit Olundu
1. Dünya Savaşının Başlaması ve Osmanlı Devleti
 Tarihin geçmiş sayfalarından bugüne, her şey değişime uğrarken bu değişikliklere meydan okuyan Jeopolitik ve siyasi konumuyla Türk milletinin bir incisi olan boğazlar her daim tehdit altında olmuştur. Boğazlara hakim olmak demek bu coğrafyada söz sahibi olmak demekle eş değerdedir. Boğazlar bu sebeptendir ki en yakınındaki Rusya olmak üzere bir çok devletin aynı zamanda dünya siyasetinde söz sahibi olmak isteyen en uzaktaki İngiltere’nin hep arzuladığı ele geçirmek istediği yer olmuştur.


Devletler arasındaki bu sonu gelmez mücadele 1914 yılında başlayan 1.Dünya savaşı ile tarafların vazgeçilmezi haline gelmiştir. Osmanlı devleti büyük harp öncesi içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi çıkmazdan kurtuluş reçetesi olarak gördüğü bu savaşta ilk önce İngiltere ve Fransa’ya yanaşmak ve birliktelik kurmak istediyse de bu kabul görmemiş, ve böylece savaşın diğer kutbu olan Almanya’ya yakınlaşmıştır. Böylece Osmanlı devleti tarafını belirleyip öteden beri boğazlara bir harekat yapılmasını isteyen İngiltere ve Rusya’ya karşı safını netleştirmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında İtilaf devletleri Almanya'nın yanında yer alan Osmanlıyı etkisiz hale getirmek, Rusya'nın boğazlardan rahatça geçebilmesini sağlamak amacıyla İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ele geçirme planları yapıp, donanmalarını Çanakkale'ye sürmüşler fakat hiç hesap edemedikleri bir bozguna uğrayıp ağır bir yenilgi almışlardır. Hiç kuşkusuz bu durum büyük devletler için hiç umulmadık bir sonuçtu fakat türk milleti için ise bir var olma mücadelesinin neticesiydi. Türk milletinin tarih boyunca sayısız zaferlerle taçlandırdığı savaşlar vardır. Her bir savaş milletin birlikteliğini birbirine olan bağlarını kuvvetlendirmiş savaş öncesindeki milli birliktelik katlanarak artmıştır. Yaşanan muharebeler milletin hafızasında derin yerler teşkil eder ve bunlar zamanın içinde değerine değerler katar.


1915 yılında Çanakkale’de cereyan eden savaşın her yönüyle günümüze aktardığı hissiyat ve manevi duygular, aradan bir asır geçmesine rağmen sıcaklığını korumaktadır. Çünkü Çanakkale haritalardan ve hafızalardan silinmek istenen bir milletin varoluş mücadelesi verdiği ‘ yok olmayacağım ’ dediği yerdir. Çanakkale savaşı gecesini gündüzü katan kahraman Türk askerinin mücadelesi değil aynı zamanda cephe gerisinde kalanlarında savaşı olmuştur. Çocukları, eşleri cephede savaşan anaların savaşı olmuştur. Mücadele böylelikle sadece muharebe siperlerinde değil evde tarlada ve yaşamın her alanında, Anadolu da topyekün verilmiştir. Bir millet kahramanlık destanını hep birlikte yazmıştır.

1. Dünya Savaşının Başlaması ve Osmanlı Devleti
Birinci Dünya Savaşı kıvılcımı 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan Veliahdı Arşidük Fransuva Ferdinant’ın Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisinin sıktığı kurşunlar ile suikasta kurban gitmesiyle patlak vermişti. Bu durum zaten büyük yanğının çıkmasına bir sebep arayan küçük bir kıvılcım olacak ‘iki kuruşun ve milyonlarca ölü’ diyebileceğimiz tarihimizin en büyük savaşını başlatmış olacaktır. Daha önceki süreçte birbirleri ile sürekli çatışan ittifak ve itilaf devletleri blokları bu kıvılcımla dünyayı yangın yerine çevirmekten bir an bile geri kalmayacaklardı. Osmanlı devleti etrafında başlayan bu ateşe kayıtsız kalamadı ve 2 Ağustos 1914’te bir antlaşma yapıldı. İngiliz donanmasından kaçan Goben ve Breslav iki Alman gemisi Çanakkale boğazını geçerek Osmanlı devletine sığındı. Osmanlı Devleti, tarafsız bir devletin yapmaması gereken bir tavır takınmış bulunuyordu. İngiltere ve Fransa, gemilerin 24 saat içinde kara sularını terk etmesini veya kendilerine teslim edilmesini istemiştir. Cavid Bey, “Görüşmeler sonunda gemilerin ya silahlarını teslim etmelerini yahut çekip gitmelerine karar verildiğini, elçinin ise bunu kabul etmediğini; bunun üzerine satın alınması meselesini imparatora yazmayı vaat ettiğini” belirtmektedir . Neticede gemilerin satın alındığı ilân edilerek Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığı korunmuş ve bu gâile de sûreta bertaraf edilmiş oluyordu. 80 milyon marka satın alındığı ilân edilen gemilere Osmanlı bayrağı çekilip, mürettebâta da Türk elbisesi ve fes giydirilmiş, gemilerden Goeben’e “Yavuz”, Breslau’ya da “Midilli” adları verilmiştir . Gemilere Türk bayrağı çekildi, gemiler Rus limanlarını bombalayınca Osmanlı devleti savaşa resmen katılmış oldu.(11 Kasım 1914 )


Boğazlar ve Çanakkale savaşları
Jeopolitik bir üstünlüğe sahip Çanakkale boğazı ve İstanbul boğazının savaş zamanlarında ki kıymeti katlanarak artar. Bu iki Boğaz’a hakim olmak, bütün güney Rusya’nın iktisadî hayatını ve o devlete egemen olmanın yanında, Karadeniz ve Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin siyasî, ticarî ve bazı askerî faaliyetlerini, özelde deniz kuvvetlerinin faaliyetlerini genelde ise bu devletlerin deniz ulaşımını da kontrol altına almak demektir. Boğazlar üzerindeki hakimiyet, dolaylı olarak çevre devletlerin ticarî faaliyetleri üzerinde etkili bir kontrol unsuru olmuştur .

İngiltere’nin uzak doğu ulaşım yolları üzerinde olan Akdeniz ve civarını güvende tutma isteği, boğazların İngilizler için önemini her geçen gün değerli kılmaktaydı. Çanakkale cephesinin açılış süresi bir günde alınan bir karar değil evveliyatı olmakla birlikte bir çok nedenede dayanmaktadır. Cephenin açılış süreci incelendiğinde, birbiri ile ilgili birçok hadisenin, tarafların iradeleri dışında geliştiği görülmektedir. Zira bu süreç, Batılı devletler nazarında Şark Meselesi, Mısır Sorunu ve Boğazlar Meselesi çerçevesinde, özellikle taraf devletlerin geçmişlerinden gelen siyasî, iktisadî, hatta sosyal bazı beklentileri ve hedefleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Türk toprakları üzerinde geçmişten günümüze gelen bu mücadelede önemli olan er yada geç düşecek olan İstanbul ve boğazların bundan sonra ki süreçte kimin denetiminde olacağının tartışılması idi.

Bu şartlarda olayların gelişimi boğazların artan değeri hem askeri hemde ticari faaliyetlerinin kısıtlanması İngilterenin boğazlar üzerine bir harekat yapmasını gerekli kılmaktaydı. Diğer taraftan böyle geniş ve kapsamlı bir harekât sırasında olması muhtemel bazı olumsuzluklar ile İtilâf devletleri arasında başta İngiliz devlet adamları arasında tam bir mutabakatın olmaması, harekâtın başlamasını geciktirmiştir. İngiliz harp tarihi Çanakkale Cephesi’nin açılması nedenlerini genel olarak şöyle sıralamaktadır :

“Düşmana karşı üstünlüğü ele geçirmek için, Rusya’nın sonsuz insan gücünden yararlanmak gerekiyordu. Bunun için donanım, silah, cephane ve malî yardıma ihtiyacı vardı. Boğazlar açılmadıkça Rusya’ya gerekli yardım sağlanamayacak ve çok büyük askerî gücü olan Almanya’yı yıkabilecek gerçek biçimde işbirliği yapmak imkânı bulunmayacaktı. Yalnız bu düşünce bile stratejik yönden yeni kabul edilen hareket tarzını uygun bulmaya yeterliydi.

Bu harekâtın başarılı sonuçlanması durumunda, elde edilebilecek siyasî sonuçlar çok değerliydi. Mısır tehlikesi ortadan kalkacak, Balkanlar’ın Üçlü Anlaşma’ya katılması sağlanacak, Arapların çekingen durumlarına ve İtalyanların kuşkusuna son verilecekti. Boğazlar’ın açılması ayrıca ekonomik yarar sağlayacaktı. Rusya’nın yiyecek ve yem depoları Akdeniz’e boşalacak, Batı devletlerini korkutan yiyecek sorunu çözümlenecekti. Rusya’nın malî durumu düzelecek, ayrıca Karadeniz limanlarında biriken 350.000 ton tutarındaki 120 parça ticaret gemisi kurtarılacak, Üçlü Anlaşma bunlardan yararlanma olanağı bulacaktı.”

Bununla birlikte Rusya, savaşta kullanacağı cephanenin tümünü tüketmişti. Bunları tedarik etme şansı yoktu. Çanakkale Boğazı açılmadıkça Rusya’nın taarruza geçme olasılığı çok azalmıştı. İtilaf devletleri savaşın kesin sonucunun batıda alınacağını biliyorlardı ve bunun içinde bir şekilde itilaf bloğunun batı cephesinde yine bir hayli meşgul edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Rusya için hayati öneme sahip deniz yolunun açılması gerekmekte idi. Aynı zamanda balkan devletlerini savaş sürecinde kendi yanlarına çekmek içinde bu elzem bir durumdu.

Bunun yanında sadece donanma ile boğazın geçilebileceğini ve ardından İstanbul’a ulaşılabilineceği tezinde ki ısrarları savunan Churchill’i unutmamak gerekir. Gelibolu Yarımadası’na yapılacak bir hücumun ortaya çıkaracağı askerî meseleler hakkında, birçok rapor hazırlatan ve Boğaz’a bir harekâtı teşvik eden Churchill’dir. Cephenin açılmasının diğer bir sebebi de Churchill dense belki yerinde bir ifade olur. Sonuç olarak Çanakkale savaşı ile İngilizler hem savaşa yön verecekler hem de Müttefikleri Rusya’ya yardım götürmenin yanında Türkleri bu topraklardan atıp Orta Asya’ya kadar süreceklerdi.


KARA SAVAŞLARI
Çanakkale Savaşları İtilaf güçleri özellikle İngiltere için bir gurur meselesi haline gelmiştir. Bütün dünyaya nam salmış donanması ağır bir mağlubiyet almış, kendi halkı ve düşmanları gözünde zor duruma düşmüştür. Bu durumu tersine çevirmenin tek yolu ise, Çanakkale’yi bu seferde karadan zorlamak ve ne pahasına olursa olsun geçmekti.

Çanakkale Muharebelerinin uzun ve çetin mücadelelere sebep olan ve dünya savaş tarihinde önemli bir yer tutan ve o zamana kadar ki en büyük amfibi çıkartma harekatı planlandı. Bu savaş kimi zaman çıkartmalarla kimi zaman kanlı boğuşmalarla ama genelde siper savaşları dediğimiz psikolojik bir harekata da dönüşecektir. Kara savaşaları 25 Nisan sabahı başlayıp 9 Ocağa kadar devam edecektir. Her iki tarafın toplam yarım milyona yakın zayiât verdiği, dünya tarihinde bir eşi olmayan bir savaş yaşanmıştır.

18 Marttaki mağlubiyete bizzat şahit olan Hamilton, yenilginin nedenini ve bundan sonra nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini konusunda fikirleri değişmiş ve donanmanın bu işi tek başına becerecek durumda olmadığı kanaatine varmıştır .İtilaf devletleri karadan yapılacak harekat için hazırlıklara vakit kaybetmeden başladılar. Deniz Tümeni’ni taşıyan 14 nakliye gemisi, 27 Martta Mısır’ın Port Sait Limanı’nda toplanmış, ertesi gün de 29. Tümen ile Fransız kuvvetlerini taşıyan 50 kadar gemiden meydana gelen armada, İskenderiye’ye varmıştı. Mısırda hazırlıklar devam ederken 75.000 kişiyi bulan birliklerin naklinin ancak 22 Nisana kadar tamamlanmıştır .

Bütün bu birliklerin yeterli olmayacağına inanan Hamilton, Lord Kitchner’den Mısır’daki Hint Tugayı’nı da talep etmiş, kabul edildiğini ise Mısır’dan ayrılmadan iki gün önce General Maxwel’den öğrenmiştir. General Cox’un Hint Tugayı’nın Çanakkale’ye intikali için on beş günden fazla bir zamana ihtiyacı vardı. Bu kuvvet, Yarımada’ya, l Mayısa kadar ulaşamamıştır .

Hamilton 10 Nisanda Mondros’a gelmiştir, Queen Elizabeth’te bir toplantı yaparak çıkarma meselesini her yönü ile incelemiş, planını hazırlamıştır. Bu plana göre:İki ana bölge belirlenmiştir, asıl kuvvetlerin çıkarılacağı yer, Seddülbahir’deki Y (Kirte Köyü’nün batısındaki Pınariçi Koyu), X (İkiz Koyu), W (Tekke Koyu), V (Ertuğrul Koyu) ve S (Morto Koyu) harfleriyle kodlanmış sahillerdi. Bu yerlere ilk etapta 4.900 kişinin aynı zamanda çıkarılması hedeflenmişti. Seddülbahir’de karaya çıkarılabilecek bu miktarı artırmak ve bir baskın yapılması fikri, münakaşa edilmiş, bunun için ikinci yedekte bulunan 1.200 kişilik kuvvetle birlikte Hussar Gemisi’nin komutanı Binbaşı E. Unwin’in teklifinin uygulanmasına karar verilmiştir. Bu amaçla ilk kafile karaya çıkar çıkmaz, Türk tarafının dikkatini ilk taarruzu püskürtmeye verdiği bir sırada, alabildiği kadar asker yüklenmiş River Clyde adlı kömür gemisi, Truva’nın tahtadan yapılmış meşhur atı gibi, V Sahili’nde (Ertuğrul Koyu) karaya bindirilerek içindeki askerler ve hazırlanan diğer yedek birlikler karaya ani bir çıkarma yapacaktı .

Seddülbahir’e yapılacak çıkarma harekâtını 29. Tümen, Kabatepe’nin bir mil kuzeyinde belirlenen sahile ise, Anzak kuvvetleri çıkarma yapacaklardı. Bu birliklerin ilk etapta ulaşması gereken yer ise, Conkbayırı ile Kocaçimentepesi’ydi. Buralar ele geçirildikten sonra Maydos’a inilmek suretiyle, Seddülbahir’deki Türk birlikleri geriden kuşatılmış olunacaktı. Deniz Tümeni ise Bolayır sahillerine çıkarma yaparken, Fransız birlikleri Kumkale ve Beşike bölgelerine gösteriş amaçlı çıkarmalar yapacaktı. Eğer, bu çıkarma başarılı olursa, çıkarmaya devam edilecek, aksi bir durumda geri çekilerek Seddülbahir’de asıl çıkarma bölgelerinde kendileri için belirlenen görevlerine gönderileceklerdi .

18 Mart Zaferi Sonrası Osmanlı Devleti
Osmanlı Devleti 18 Mart zaferinden sonra itilaf devletlerinin pes etmeyeceğini bilinciyle hemen hazırlıklara başlamış ve Genelkurmay 5. Ordu’yu kurmuş komutanlığına da o sırada Alman Askerî Heyeti başkanı Liman Von Sanders’i atamıştı . Bu yeni ordunun kuruluşu ise, Çanakkale Müstahkem Mevkii bölgesi ve Gelibolu Yarımadası’nda bulunan 9. Tümen’in de dahil olduğu 3. Kolordu, 11 ve 5. Tümenlerle, jandarma alayları ve 64. Piyade Alayı’ndan müteşekkildi .Yapılan hazırlıklar ve gösterilen gayret sonucu 5. Ordu’nun 25 Nisan çıkarma günü kuruluşu ise şu şekilde olmuştur: 3. Kolordu, 5. Tümen, 7. Tümen, 9. Tümen ve 19. Tümen; 15. Kolordu, 3. Tümen ve 11. Tümen, Bağımsız Süvari Tugayı, ordu karargâhı ve bağlı birliklerden oluşmakta idi. 19. Tümen genel ihtiyat olarak Bigalı’ya yerleştirilmişti. Bolayır bölgesini 7. Tümen’e Gelibolu Yarımadası’nın bütün sahilleri de 9. Tümen’in bölgesinde bulunmaktaydı. 15. Kolordu birlikleri ise, Anadolu tarafının koruması ile vazifeli idi. Böylece Boğaz’ın savunması için yaklaşık 84,000 kişilik bir kuvvet yerleştirilmiş oluyordu . Müttefiklerin çıkartma yapacağı yerle ilgili Liman paşanın görüşü ve yaptığı planlara en büyük itirazı, çıkarma sırasında da düşmanla en şiddetli çarpışmaları yapan, 9. Tümen komutanı Albay Halil Sami Bey yapmıştır. Alman komutanın çıkarma konusundaki düşüncelerinin yanlışlığını 25 Nisandan önce hazırladığı raporda belirtmiştir.

25 Nisan 1915
Limni Adası’nda günlerini tatbikât yaparak geçiren müttefiklerin harekat günü 23 Nisan olarak belirlenmiş olsa da hava muhalefeti nedeniyle çıkartmayı 48 saat sonraya ertelemişlerdir. Böylece harekâtın başlangıcı 25 Nisan olarak kararlaştırılmıştır .

Seddülbahir’den Bolayır’a kadar şiddetli bombardımanla beraber 25 Nisan sabahı saat 05.00’te düşmanın birçok yerde çıkarmaya başladığı haberleri gelmeye başladı. Liman paşa düşüncesinde ısrar ederek, gelen raporları kurmayları ile değerlendirmemiş, hatta bu durumu memnuniyet verici olarak değerlendirmiştir . Liman Paşa fikrinde ısrarı günün bütününde de sürmüş, Alman yaveri Prigge ile Bolayır kıyılarında akşama kadar çıkarma gösterisini izlemekle yetinmiştir. Seddülbahir’den gelen raporlar üzerine durumun kritik bir hal alması üzerine 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa asıl çıkartma yerleri hakkında Liman paşayı ikna etmeye gitmiştir . Liman Paşa, Bolayır’da akşama kadar beklemeyi tercih etmiştir . Halbuki, düşmanı Seddülbahir’de karşılayan 9. Tümen Komutanı Halil Sami Bey, son ihtiyatlarını ileri sürmüş, takviye beklemektedir.

Diğer yandan Arıburnu sırtlarında da düşmanın ilerlemesi, 9. Tümen’in 27. Alay’ı ve 19. Tümen komutanının insiyatif kullanarak 57. Alay’ını harekete geçirmesi ile durdurulmuş olmakla beraber durumunun kritikliği devam etmektedir .

Arıburnu Ve Binlerce Anzak
Arıburnu çıkartmasında General Birdwoord yönetiminde ki Anzak kolordusu’na bu görev verildi. Anzak kolordusunun hedefi Kabatepenin Kuzeyinde karaya çıkmak, sol tarafını eminiyete alarak Maydos’a doğru doğru doğu istikametinde yürümekti. Anzak Kolordusu’nun gerçekleştireceği bu çıkarma Avustralya ve Yeni Zelanda tarihi gibi, Türk tarihi açısından büyük öneme sahiptir. Zira Boğaz’ın kilit noktası, Kilitbahir platosunun muhafazası için önem arz eden Kocaçimen ve Conkbayırı tepelerine hakim olma mücadelesi sahnelenecekti.

Çıkartmada ilk olarak anzak kuvvetlerinden Tuğgeneral Singlair Mac Lagan komutasındaki 1. Avustralya Tümeni’nden 3. Tugay’ın çıkmasına karar verilmişti. Albay Singlair Mac Lagan, bunun için, tugayın IX. Tabur’unu sağ cenahta, X. Tabur’u merkezde, XI. Tabur’unu da sol cenahta karaya çıkmak üzere ayırmıştır. Hedef, 3 dalga hâlinde, gün ağarmadan 4.000 askeri, sahile çıkarmaktı. IX. Tabur’un iki bölüğü, karaya çıkar çıkmaz Topçular Sırtı’ndaki daha sonra Kanlısırt olarak isimlendirilecek 400 rakımlı platoyu X. Tabur ele geçirdikten sonra, Fundalık tepeyi zaptedecekti. XI. Tabur da bu sırtın kuzey ucu ile Conkbayırı’nı ele geçirecekti. XII. Tabur ise, ihtiyatta kalacak, dağ topları gelir gelmez Kanlısırt’a sevk edilecekti .

Anzakların Gun Ridge adını verdikleri Kavaktepe, Conkbayırı, Kocaçimentepe hattını hızla ele geçirmek suretiyle ilk örtme kuvvetinin hemen arkasından karaya çıkacak ana kuvvetin, nispeten daha az arızalı araziyi aşarak Maltepe ve Maydos’a hızla ilerlemesi için yol açılmış olacaktı. Böylece Seddülbahir’deki Türk birliklerinin geri ile irtibatı tamamen kesilecekti .

Harekat başladığında İngiliz Resmi tarihine geçecek hatalı olaylar zinciride başlamış oldu. Şöyle ki kuzeyden gelen ve Yarımada’nın sahili boyunca akan akıntı. Denizcilerin tahmininden çok daha kuvvetli olan bu akıntı, filikaları başlangıçtan beri tayin edilmiş Kabatepe’nin kuzeyinden bir mil ötedeki sahilden, bir mil daha kuzeye sürüklemişti. Bu durum farkına varıldığında ise çok geçti . Bu yanlışlığın temel sebeblerinden biri olarak gösterilen olay çıkarma filikalarının aralarında olması kararlaştırılan 150 metrelik mesafeyi koruyamayıp 50 metreye düşürmeleri ve kıyıya yanaşırken Kabatepe’den gelen ateş üzerine en uçtaki filikalardan birinin dümenini kuzeye kırmasının Arıburnu’na çıkarma yapılmasındaki sebep olarak saymakta, çıkarma yerinin çıkarma gecesi kasten değiştirilme olasılığını uzak görmektedir . Çıkarma esnasında ki sapmanın bir diğer nedeni olarak görülen olay ise Türk komutanlardan Binbaşı Halis Bey’in, İngilizlerin çıkarma yerini belirtmek üzere koyduğu işaret dubalarını yerinden söktürerek kuzeye koyması iddiaları ise olaya gizem katmaktan ileri gitmemektedir.

1. Avustralya Tümeni’nin askerleri 04:45’te sahile yanaştıklarında ilk ateş, Hain Tepe siperlerinde bulunan Asteğmen Muharrem komutasındaki 8. Bölük 2. Takım’ı tarafından açılmıştır. Günün ilk ışıkları ile birlikte 8. Bölük ihtiyatı Gelibolulu Süleyman Çavuş komutasındaki 80 kişilik ihtiyat kuvveti Koku Dere Hain Tepe istikametinde yürüyen düşmana atılmıştır. Türk tarafı 160 kişidir. Daha sonra bu birliklere Yüzbaşı Asım komutasındaki 7. Bölük 1. Takım ve 8. Bölük İbradalı İbrahim komutasındaki 1. Takım takviye gelmiştir. Türk tarafının sayısı ancak 300’ü aşabilmiştir. Halbuki, Anzak kuvvetlerinin sayısı 4.000’i çoktan aşmıştır. 8. Bölük Komutanı Yüzbaşı Faik, yanında bulunduğu 3. Takım’la Yüksek Sırt’a doğru hareket etmiş, tepeye ulaştığında muharebenin şiddetini artmış olduğunu görmüştür .

Alay Komutanı Şefik Bey Çıkarmanın hızlandığı anda, kendisine hareket emri gelmesini beklemekteydi. Şefik Bey geriden gelen topçuları beklemeden iki taburunu da ileri hatta sürmek istiyordu. Bu bekleyiş sırasında 27. Alay komutanı askerin hazırlıklarını başlatmış, askerin çorbalarını içirmişti. Alay komutanı durumdan iyice endişelenip tekrar telefona sarılarak 9. Tümen Kurmay Başkanı’na, “Hulusi Bey! Arkadaşlarımız orada ateş içinde yanıyor biz daha bekleyecek miyiz?” diyerek tekrar hareket izni istemiştir. Hulusi Bey ise: “Bu ihrâcın bir nümayiş olmadığı ne malum? Hakiki ihrâcın nereden yapıldığı anlaşılmadıkça size hareket emrini nasıl verelim.” diyerek manzaranın kesinleşmesine kadar izin vermemiş, ancak bir saat kadar sonra hareket emri verilmiştir . Hareket emrinin verilmesiyle birlikte Maydos’tan Kabatepe tarafına yürüyüşü sırasında taburlar fundalık araziden yürütülerek alayın düşman tarafından görülmemesine çalışılmıştır. Bu fundalıkların diplerinde bulunan yüzlerce kirli çamaşır, tarihte eşine az rastlanır bir hâdiseyi bize bildirmektedir: Biraz sonra belki de şehit olacağını bilen Müslüman Türk askeri, temiz çamaşırlarını giyerek dinî ve manevî, hazırlıklarını da tamamlayarak, mütevekkil bir şekilde cepheye giderken, taburların hareketleri de hiç aksamamıştır .

Böyle bir kuvvetin, geniş bir arazide sadece iki taburla tutulamayacağı gerçeğini fark eden Yarbay Şefik Bey, 07.55’te 9. Tümen Komutanlığı’na gönderdiği raporda düşmanın Arıburnu sırtlarını işgal ettiğini, Arıburnu sırtları ile Kocadere arasındaki sırtlardan Allah’ın yardımına sığınarak taarruza başlayacağını ve cephenin sağ cenahını, yani Conkbayırı-Kocaçimen hattını 19. Tümen’in tutmasını istemiştir .

27. Alay taburları, taarruz için yerleştikleri sırada yukarıdaki raporun cevabı ulaşmıştır. 9. Tümen komutanı 57. Alay’ın Kocaçimen tepesi istikametine harekât ettiğini bildirdikten sonra Şefik Bey’den 19. Tümen ile irtibat kurarak birlikte hareket etmesini istemiştir . Bu arada, 27. Alay I. Tabur Komutanı Malatyalı Yüzbaşı İbrahim büyük gayretlerle Kanlısırt platosuna kadar ilerleyerek Kanlısırt’ı ve sabah Avustralyalıların aldığı üç topu ele geçirmeyi başarmıştır . Alayın III. Tabur Komutanı ise Yüzbaşı Halis Beydir (Ataksor). 27. Alay’ın bu Kanlısırt taarruzu kontrolsüz bir şekilde Topçular Sırtı’na kadar ilerlemiş, Anzakları durdurmuş, yeni bir taarruz hazırlığına başlanmıştır. Anzak’ların sol yanı, Kocaçimentepe’si tarafının savunmasına ise, 19. Tümen yetişmiştir.

19. Tümen ordu ihtiyatı olarak Bigalı’da bulunmaktaydı. Çıkarma ile ilgili bilgiler Yarbay Mustafa Kemal’e de gelmişti. Öteden beri bu bölgeden bir çıkarma harekâtı bekleyen Mustafa Kemal, tümenini kendi ifadesi ile “emr-i harekâta müheyya” (saldırıya hazır) bulunduruyordu . Bir taburun yetmeyeceğine kanaat getiren Mustafa Kemal, bütün sorumluluğu üzerine alarak en yakın yerde hazır bekleyen Hüseyin Avni Bey komutasındaki 57. Alay ile bir dağ bataryası ve bir sıhhiye müfrezesini Kocaçimentepe’si istikâmetinde hareket edecek şekilde düzenlenmesi hususunda birlik komutanlarının emir almak üzere tümen karargâhına gelmesini istemiştir . Karargâha gelen birlik komutanlarına 6 maddelik emir yazdırdıktan sonra 3. Kolordu Komutanlığı’na durumu ve teşebbüsünü telefonla bildirilmek üzere bir rapor yazdırarak yukarıda zikredilen birliklerle Kocaçimen tepesi’ne doğru 08:00’de cevabî emri beklemeksizin harekât emri vermiştir .

Genelkurmay Başkanlığında 57. Alayın cepheye gelişi saat 10:00 olarak nakledilmektedir. . Halbuki, Mustafa Kemal’in, raporlarında taarruza 10:00’da başladığını yazması ve Conkbayırı’na geldikten sonra askeri 10 dakika dinlendirmesi de dikkate alındığında cepheye varışının saat 10:00’da olmayıp en azından on beş yirmi dakika önce olduğu anlaşılmaktadır.

Mustafa Kemal o sırada, 261 rakımlı tepeden (Düztepe) 27. Alay II. Tabur’un o saate kadar Conkbayırı istikâmetini kapalı tutarak cephaneleri bittiği için geri çekilmek zorunda kalan 8. Bölük 1. Takım’ın geri çekilen erlerini görmüş, onların önüne çıkarak süngü taktırıp yere yatırmıştır. . Bu hareketi ile Conkbayırı’na tırmanmakta olan Anzakların öncülerini durdurmuş, daha sonra yetişen 57. Alay’ın taburları taarruza başlamıştır. Mustafa Kemal’in “Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı.” sözleri ile ifade ettiği 57 Alay’ın taarruzunun “Size ben taarruzu emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir...” şeklindeki şifahî emri, Türk komutanların cesaretinin nişânesi olarak tarihimizin altın sayfalarında yerini almıştır :

Saat 10:00’dan biraz sonra, 57. Alay’ın öncü kıtaları,Düşmana karşı hızlı birşekilde saldırıya başlamıştır. Önce Jackson’u sonra da Kılıçbayır üzerinde bulunan müfrezeleri, arazi terkine zorlamışlardı. Birkaç dakika sonra, Tulloch’un müfrezesine bir yan ateşin açılması üzerine sol cenahını emin görmeyen bu subay da, çekilmeğe mecbur kalmıştır .

27. Alay, Conkbayırını hedef seçen Anzak’ları durdurmayı başarmış , nihâi taarruz için hazırlıklarına başlamıştı. Öğlen sıralarında 27. Alay komutanı 57. Alay ile irtibat kurmak için harekete geçmiştir. Gün boyu süren çatışmalar neticesinde Anzak’lar geri çekilmiş ve panik halindeydi. Mustafa Kemal gece boyunca da taarruzlarına devam ederek düşmanı tamamıyla denize dökmeye karar vermiş olsa da, 27 ve 57. Alaylar birkaç mevzi dışında yapılan taarruzlarda önemli bir başarı elde edemeyeceklerdir. Özellikle sol kanadı tutan 77. Alay’ın bu taarruzlar esnasında yanlış sevk neticesi erlerinden bir kısmının kaçması sonucu alayın dağılması, 27. Alay’ın I. Taburu’nun harekâtını da etkilemiştir . Anzaklar açısından da o gün, zor geçmiştir. Sabahleyin erkenden yapılan ilk çıkış harekâtı, hafif kayıplar verilmekle birlikte başarılı olmuş, 15.000 kişi sahile çıkarılmıştı. Kıtalar, tehlikeli bir gedik bulunan bir nokta hariç olmak üzere, savunmaya elverişli bir mevzi işgal etmiş, yapılan karşı taarruzlar da püskürtülmüştür .

Seddülbahir Çıkarmaları
Müttefik güçler kara savaşlarında asıl kuvvetlerini Seddülbahir’deki beş noktaya çıkarmıştır. İngilizlerin Y, X, W, V, ve S harfleriyle kodladığı (Pınariçi Koyu, İkiz Koyu, Tekke Koyu, Ertuğrul Koyu, Morto Koyu) sahillere çıkarma yapılmak sureti ile Yarımada’nın güney ucunda ilk hedefi Alçıtepe, asıl hedefi Kilitbahir platosu olan bir harekât ile karada üstünlük kurmak istiyorlardı. Bu birliklere yardımın gelmesi ise, Anzakların hedefine ulaşacakları kabul edildiğinde mümkündü. Bu harekât için 29. Tümen ile Plymouth Deniz Hafif Piyade Taburu ve Kumkale’den geri çekilecek Fransız birlikleri kullanılacaktı.

Hamilton’un istihbârî faliyetlerine göre, bu bölgede, bir tümenin olduğu bilgisini vardı. Çıkarma ise bu güce göre planlanmıştı. Bu ise doğru değildir. 25 Nisan sabahı Alçıtepe’nin güneyinde bulunan Türk kuvvetleri, sadece iki tabur ve bir istihkâm bölüğünden ibaretti. Y Sahili’nde (Pınariçi Koyu) ise hiç Türk askeri yoktu. W ve V Sahillerinde (Tekke ve Ertuğrul Koyu) de topu topu iki bölük; S Sahili’nde (Morto Koyu) bir takım; X Sahili’nde (İkiz Koyu) ise on iki kişilik bir posta bulunuyordu .

24 Nisan günü saat 8:00’den önce müttefikler Bozcaada’da toplanmıştı. Burada Implacable, Euryalus ve Cornwallis himaye gemileri ile muharebe için gelen askerlerle dolu üç tane Cunarde Transatlantik Vapuru ile kum rengi bir boya ile iri yamalar şeklinde kamuflaj edilmiş olan River Clyde kömür gemisi, 6 tane donanmaya ait mayın tarayıcı gemi, 8 balıkçı gemisi ve bir miktar layter ve römorkör bulunuyordu .

Y Sahili’ne (Pınariçi Koyu) yapılan çıkış hareketinin hedefi, Yarımada’nın güney kısmı ile olan ulaşım ve irtibatının tehdit edilebileceği veya kesilebileceği beklenmedik bir noktada, sahile küçük bir kuvvet atarak, Seddülbahir’deki asıl harekâta yardım etmekti . Pınariçi koyuna yapılan çıkarma hiçbir karşılık ve mukavemet görmemesine rağmen, birlikler için fiyasko ile sonuçlanmıştır .

X Sahili Çıkartmasında ise Tekke burnundan bir mil kadar ikiz koyunda piyadeye ciddi bir engel teşkil edecek hazırlığın olmamasıyla beraber 26. Alay 7. Bölük’ten 9 eri gözetleme görevinde bırakmıştı .

Saat 08:00’den önce hareket eden Yüzbaşı Leslie, devamlı bir surette ilerleyerek sahilden 800 yarda içeride şiddetli bir mukavemete maruz kalmış, daha ileri gidememiştir. Sağ tarafta bulunan Yarbay Newenham’ın müfrezesi ilerleyerek saat 11:00’den önce hedeflenen ilk tepeyi ele geçirmiş, bu ileri yürüyüş Implacable’dan izleyen deniz piyadelerini tepenin üstündeki askerleri görünce sevinçle arkadaşlarını alkışlamışlardır .

W Sahili Tekke Koyunda İngilizler’in “Türkler bir ölüm tuzağı hâline sokmakta büyük ferâset ve zekâ göstermişlerdi.” diye ifade ettiği bu yer, çıkarmanın en şiddetli yaşandığı sahil olmuştur. Tekke Koyu denilen bu yer İkiz Koyu’nun bir mil güneyinde idi. Bu sahile çıkarmayı Lancashire Tümeni yapmıştı . 300 metre kadar uzunlukta olan sahilin genişliği ise 30-40 metre arasında değişmektedir. Sahilin savunması, 26. Alay 12. Bölük askerlerinin sorumluluğunda idi. Bir takımı Yarımada’nın en uç noktasına diğeri ise Aytepe’de karakol vazifesi ile görevlendirilmişti .

Çıkatma anından itibaren bir mil kadar kuzeye ellerini kollarını sallaya sllaya ilerleyen askerler burada hiç ummadıkları bir direnişle karşılanmışlardı. Hedefleri kıyının temizlenmesinden sonra Aytepe’nin ele geçirilmesi ve sonrasında 114 rakımlı (Karacaoğlan ) tepede İkiz Koyu’na çıkan birliklerle birleşmekti.

Çıkartma anının ilk dakikalarından itibaren Binbaşı sabri Bet’in ifadesi ile, ‘Senelerden beri rengini muhafaza eden denizin rengi millet fedâilerinin kurşunları ile düşman cesetlerinden boşalan kanla’ değişmiş , muharebede müthiş bir mücadele başlamış bir avuç Türk askeri yerlerinden bir an olsun kımıldatılamamıştı .

Bununla birlikte çıkarma bütün bölgelerde aynı anda başlamıştı. Bu nedenle takviyeye ihtiyaç vardı. 12. Bölük’ün durumunun zorlaşması ve tabur komutanının elindeki son ihtiyatları da ileri sürmesi düşmanın sayısının çokluğu nedeni ile netice alınmasına imkân vermemiş, 12. Bölük 07:00’de sahil siperlerini terke mecbur kalmıştı. Artık önemli olan, Alçıtepe’nin savunulmasıydı . Saatler 07:15’i gösterdiğinde İngiliz birlikleri sahilde kendilerini kurşunlardan koruyabilecek bir hat işgal edebilmişlerdi. X Sahili’nde ilerleme başlamıştı. Bu sahile çıkan birlikler çıkarmanın hedefi olan birleşmeyi sağlamak için harekete geçtiklerinde 114 rakımlı tepeden açılan ateş ile General Hare ağır surette yaralanmış, İngiliz birlikleri harekâtın başında komutansız kalmıştı .

V Sahil’inde yani Ertuğrul Koyu’na çıkartma harekatı, müttefiklerin maruz kaldığı en kanlı muharebe olurken, Türk’ler açısından başlarında Yahya Çavuş’un olduğu bir avuç kahraman askerin tarihe geçecek mücadelesinin destanı yazılmıştır. Ayrıca, 300 metre uzunluğunda olan bu sahilde tarih yeniden, ama bu sefer geçmişteki bir hadisenin başarısız tekrarına şahit olacaktır: Çıkarma sırasında filikalar ile birlikte içinde alabildiği kadar askerin bulunduğu River Clyde adlı kömür gemisi Truva atı gibi kullanılarak karaya oturtulmuştur. Gemiye yüklenen bu anlam, dönemin İngiliz gazetelerinde de geniş yer alacaktır. Gazeteler haberlerinde gemiyi Truva Atı’na benzetmekten çekinmemişlerdir. Karaya oturtulan bu gemiye askerler “Tahta At” (Wooden Horse) ismini vermişlerdir. Gemi neredeyse çıkarmanın sembolü haline gelmiştir .

Çıkartma esnasında akıntının kuvvetli olması çıkartmayı planlananın dışında başlamasına neden olmuş, River CIyde 06:20’de, Seddülbahir Kalesi’nin altında, yavaşça karaya otururken, sol tarafı teşkil eden Kraliyet Dublin Tümeni’nin I. Tabur’unu taşıyan filika filotilası sahile henüz varmış bulunuyordu . Bu durum çıkarmanın baskın olma özelliği de ortadan kalkmıştı. Bu sahilin savunmasını üzerinde olan 26. Alay III. Tabur’un Hasan Efendi komutasındaki 10. Bölük’ü, bir takımını Ertuğrul Tabya Harabeleri’ne, bir takımını da Seddülbahir Köyü’ndeki iskele civarıyla köyün kuzeyindeki değirmene yerleştirmişti. Alayın bir diğer takımı da, Harapkale Tepesi’nin gerisinde ihtiyatta idi . Filikalar sahile yanaşarak askerleri çıkarmaya başladığında düşmanı sessizce bekleyen Türk askerlerinin ateşi ile deniz yeniden kızıla boyanmıştı .

Çıkartmada ana unsuru oluşturan River CIyde’nin durumu çıkartma yapan filikalardan farklı olmamış harekat başarısız olmuştu. Saat 09:00’a gelindiğinde ise çıkarma faaliyeti durdurulmuştur . Askerler Türk ateşinin şiddeti ile sahilin hemen önündeki kum tepesine kadar bir yere çıkılabilmiştir. Askerler burada hiçbir yere kımıldayamadan mahsur kaldılar. Bu lütufkâr kum sırtının arkasına sığınarak sahilde hayatta kalmış olanlar, kımıldayacak vaziyette değildiler. Kömür gemisinde kalan 1.000 kişi ise hava kararmaya veya W Sahili’nden yapılacak başarılı bir ileri harekâtı Türk savunma tertibâtlarını kuşatıncaya kadar, hapis kalmıştı. Bunlara yardım etmekten aciz olan silâh arkadaşları da, durumu çaresiz himaye gemilerinden seyretmek zorunda kalmışlardı. Queen Elizabeth, Albion ve Cornwallis gemileri sahilde beliren en ufak bir harekete karşı ateşlerini şiddetlendirmelerine ve savunma tertibâtını akşama kadar topa tutmalarına rağmen kayda değer bir başarı gösterememişlerdi. Düşman askerlerine karşı bu başarıyı gösteren 5 manga asker ile başlarındaki 10. Bölük I. Takımı ikmâl erlerinden Ezineli Yahya Çavuş’tu.Yahya Çavuş ve arkadaşları o gün sayısız ve dehşetli bombardımana karşı akşama kadar sebat ederek düşmanın yüzlerce askerini öldürmüş, denizi de kızıla boyamıştır.

İtilaf güçlerinin saat 14. De Tekke Koyu’ndan Aytepe’yi batı ve güneyden kuşatması, Yahya Çavuş ve askerlerimizin durumunu sıkıntıya sokmuştur. Saat 15:00 Aytepe’nin düşmesi Tekke Burnu’ndan Zığındere’ye kadar uzanan sırtın kuvvetli bir şekilde işgal edilmesi ile sonuçlanmıştır. Ertuğrul Koyu’nu 12 saat müdâfaa ederek bir tabur kadar iş gören Yahya Çavuş, her türlü ateşe dayanarak siperleri dümdüz olup arkası alındıktan sonra mevkisinden ayrılmıştır.

Seddülbahir’in iki milden az bir mesafe gerisinde bir bölük Türk askerinin, İngiliz planını akamete uğrattığı bir sırada, İngiliz II. Güney Galya Hudut Taburu’nun üç bölüğü, saat 07:30’da S Sahili’ne çıkmayı başarmış ve muhkem bir şekilde yerleşmiştir . Esasında buranın savunması için, pek az hazırlık yapılmıştı. Tel örgüler yoktu. Buradaki garnizon II. Tabur 8. Bölük’ten bir takım ile takviye olmak üzere, yarım mil kadar içerdeki, diğer bir takımdan ibaretti . Bu çıkarma Ertuğrul ve Tekke Koylarına yapılan ana çıkarmaların sağ yanını güvence altına almak için tasarlanmıştı. İngilizler çıkarma sırasında bir zorluk çekmemiş, kısa sürede Eskihisarlık Tepesi ele geçirilmiştir. Gece 25. Alay II. Tabur’dan gelen 2 bölük asker tarafından durdurulmuştur.

Nisan Sonuna Kadar Seddülbahir Cephesi
Seddülbahir muharebelerinde kayıplar veren 26. Alay, çıkartmalarda yer alan düşmanla çatışmış ve ilerlemesini durdurmuştur. Bu Alay’ın en büyük kaybı Tekke koyu ve Ertuğrul Koyu’nda verilmiştir. Burada ki çok az sayıda ki birliklerimiz Tekke Koyu’nda büyük kahramanlıklar göstererek Aytepe’yi saat 15:00’e kadar savunmuştu. Müttefiklerin Yahya Çavuş ve erlerini arkadan çevirmeye çalışması üzerine burada ki askerlerimiz Harapkale’ye doğru çekilmiştir. Seddülbahir’deki bütün birlikler, bir ölüm kalım savaşı verirken 9. Tümen komutanı Halil Sami Bey bu birlikler ile ancak öğleden sonra 14:15 sıralarında irtibata geçebilmiştir. Bu Tümen sadece Seddülbahir bölgesini savunmakla görevli değil aynı zamanda Arıburnu çıkartmasında da görevli bulunmakta idi bu Tümenin 27 Alayı da Arıburnu savunmasında görev yapmaktaydı.

26 Nisanda Harapkale civarında sıkışan birlikler harekâta geçmişti. Bu birlikleri 10. Bölük’ten iki takımlık Türk kuvveti Seddülbahir Köyü’nde karşılamıştı. Burada şiddetli çatışmalar olmuştu. Bu harekâtın hedefi Harapkale Tepesi’ni (141 rakımlı tepe) ele geçirmek ve daha sonra Aytepe’den ve Gözcübaba Tepesi’nden gelen taarruzla burada birleşmekti .

Tabur komutanı Mahmut Sabri Bey geri çekilirken 70 kadar yaralıyı da düşmanın insafına bırakmak zorunda kalmış, yaralıların önceki günden beri araba geleceği yönlü itirazları karşısında ağlayarak gönüllerini almak ve yanlarına yetecek kadar ekmek ve su bırakmaktan başka bir şey yapamamış, çaresiz bir şekilde Kanlıdere içinden Kirte istikametine çekilme emrini tatbik etmiştir . 26 Nisan sonunda Türk kuvvetleri büyük bir başarı göstermiş, düşmana ağır zaiyatlar verdirilmiş ve Kirte’nin hemen önündeki Yalçıtepe civarında yeni savunma hattı kurulmuştur .

Seddülbahir’de Mayıs Ayı Muharebeleri
Seddülbahir’de Mayıs ayında muharebeler müttefiklerin üstünlüğünde devam etmekteydi. Burada ağır taarruzlar başlamıştı. Çıkarmanın ikinci gününde 26. Alay’ın kahraman askerleri harekâtın hızını kesmiş, birçok asker şehit olmuş, geriden takviyelerin zamanında gelmemesi, düşmanın diğer çıkarma yerlerinden bazılarında başarılı olması ve Türk birliklerin arkadan sarılma tehlikesi üzerine, 26 Nisan akşamı emir gereği çekilen kuvvetler, Kirte’nin hemen önündeki Yalçıtepe civarında yeni savunma hattı oluşturmuştur. 26 Nisan günü Seddülbahir’de 26. Alay 3. Tabur’u ile 25. Alay 1. Tabur’u büyük bir mücadele vermiştir. 3. Tabur’un Seddülbahir kıyılarındaki iki günlük mücadelesinde zayiâtı 6’sı subay toplam 636 kişi olmuştur ki, bu taburun toplam mevcudunun % 57’sine tekabül etmektedir. Müttefik askerlerinin ise 2.600-3.000 kişilik zayiât verdiği tahmin edilmektedir . 26 Nisan akşamına kadar Seddülbahir bölgesinin savunması üzerlerinde olan 25 ve 26. Alayların toplam zayiâtı 1.897 kişiyi bulmuştur .

Osmanlı Başkomutanlığı ise düşmanın bir an önce denize dökülmesini emrediliyordu. Seddülbahir’de 25 ve 26 Nisanda 9. Tümen’in 25 ve 26. Alayları, kahramanca muharebelerine rağmen düşmanı denize dökememişti fakat düşman ilerleyişini durdurmayı başarmıştı. 9. Tümen taarruz kararı almıştı. Amaç, düşmanın Eskihisarlık-Zığındere ağzı hattında daha fazla hazırlanmasına meydan vermemekti. Bu taarruzdan da bir netice alınamamış sadece düşmanın ileri karakollarına kadar ulaşılabilmiştir .

I. Kirte Muharebesi (28 Nisan 1915)
Kumkale’den çekilen Fransız askerleri Morto Koyu’ndan karaya çıkmış Eskihisarlık bölgesindeki İngiliz birliklerinin yerini almışlardı. İngiliz 29. Tümen’in 87. Tugay’ı Ege Denizi kıyısındaki Sarı Tepe ve Yassıtepe’yi ele geçirip, Zığındere’nin sonuna giderek Alçıtepe’yi batıdan kuşatacak, cephenin ortasını ise 88. Tugay alarak sağında bulunan Kirte’yi zapt edecek ve bunun doğusunda kuzeye ve güneye doğru giden hattı tutacaktı. Fransızlar ise, ileri harekât ile Kanlıdere’de 88. Tugayla birleşecekti. Böylece Alçıtepe, doğusu sabit, batıdan ilerleyen bir pergel hareketi ile kuşatılıp alınacaktı. Bu harekât planında bütün yük neredeyse 87. Tugay’a bırakılmıştır. Tümenin diğer birliği 86. Tugay ise ihtiyat olarak bırakılmıştı .

28 Nisan sabahı saat 08:00’de donanmanın adetâ bir ateş kasırgasını andıran topçu atışı, bütün Türk mevzilerini bombardımana başladığı sırada, İngiliz kuvvetleri de Kirte ile Alçıtepe’nin ön taraflarına doğru harekata başladılar. İngilizlerin ilerleyişine başlangıçta bir mukavemet gösterilememişti. Saat 09:00’a gelindiğinde Kirte’nin ele geçirilmesi muhakkak görünüyordu. Ancak her iki tarafın asıl kuvvetleri bir biri ile çatışmaya başladığında Müttefikler açısından durum değişmeye başlamıştır. İngiliz taarruz planı gereği harekâtın asıl yükünü taşıyan 87. Tugay, cephenin batı kısmında Yassıtepe’yi ele geçirmek için olanca gücüyle 20. Alay’ın üzerine saldırmış, alay ise İngilizlerin beklentisinin aksine büyük bir mukavemet göstererek taarruzları durdurmuştur.

I. Kirte Muharebesi tarihin en kanlı muharebelerinden biri olmuştur. Müttefik güçlerin Kirte harekâtı başarısızlıkla sona ermiş, beklenen hedefler gerçekleşmemiştir. I. Kirte Muharebeleri’nin kazanılması, Türk Başkomutanlığı’nın düşmanın denize sürüleceği ve Yarımada’nın temizleneceği ümidini artırmıştı. 5. Ordunun takviye kuvvetler istemesi üzerine buraya başında Fevzi Paşa (Çakmak) ‘ın olduğu 5. Kolordu’nun 15. Tümen’inin gönderilmesine karar verilmiştir.

1/2 Mayıs Taarruzları
1 Mayıs gece saat 22:00 de başlayan ve çıkartmalardan çok çetin çatışmalara sahne olmuştur. Seddülbahir Grubu Komutanı Alman Albay Von Zodenshtern, taarruz öncesi emrinde bulunan askere maneviyat vurgusu yapmaktan da geri kalmamıştır .
“Askerler! Din, vatan ve milletin beklediği şanlı fedakârlık günü gelmiştir. Vatanın esenliği ve mutluluğu sizin ellerinizdedir’’

Cephenin sağ tarafında Albay Halil Sami komutasında 9. Tümen, sol tarafında ise Albay Remzi komutasındaki 7. Tümen 1 Mayıs gecesi 22:00’de harekete geçmiştir. Çok çetin geçen mücadelelerden sonra 7. Tümen, 9. Tümen’e nazaran Fransızların Senegallilerden oluşan 4 ve 6. Tugaylarından 1. Tümen’i ile İngilizlerin 88. Tugay’ı üzerine yaptığı taarruzda, başarılı olmuştur. 21.ve 19. Alaylar Süleymanreisdere-Kanlıdere arasında geniş bir hattı yarmış, düşman cephesinde bir gedik açıp cepheyi çökertmişti. Türk hücumları karşısında dayanamayıp, 28 Nisanda olduğu gibi, bir kısmı yine Morto Limanı’na kadar kaçmıştır .

Türk Ordusu’nun I. Kirte Muharebesi’nden sonraki üç gece, üstü üste düzenlediği taarruzlar, başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Buna rağmen Lord Kitchner taarruzlar sonrası Türk askerlerinin dağınık durumundan yararlanıp başarı göstermek ümidiyle karşı taaruza geçmiştir. Hazırlıklar çerçevesinde Arıburnu’ndaki Anzak Kolordusu’ndan Hamilton’un emri ile Avustralya 2. Tugayı ve Yeni Zelanda Tugayı Seddülbahir Cephesi’ne çekilmiştir. Hazırlanan planın ilk hedefi, 28 Nisan I. Kirte Muharebeleri’nde olduğu gibi, Alçıtepe’ydi.

2. Kirte muharebesi olarak tarihe geçecek bu savaşta Bu harekât için Müttefikler bölgeye 25.000 asker 300 ağır makineli tüfek, 105 kara torpili ve denizde de 400 topluk bir güç yerleştirmişlerdi. Osmanlı Devleti ise 10.000 asker 24 ağır makineli tüfek ile 40 top hazırlamıştı. Kendisinden birkaç kat fazla kuvvetin şiddetli saldırılarına göğüs gererek, gösterdiği cesaretle Türk savunmasının Çanakkale’yi destanlaştıran örneklerinden birisini vermiş, düşmanın da harekât planı bozmuştu. Zira müttefik kuvvetler bütün cephedeki harekât planlarını bu cephede ilerleme esasına göre ayarlamıştı.

Son günlerdeki Kirte muharebelerinde Türk zayiâtı, 2.000 kişiye yakın bir rakama ulaşmış, İngiliz ve Fransızların kayıpları ise, toplam 6.500 kişiyi bulmuştu. Hamilton, Londra’ya çektiği telgrafta hedefe varılmadan harekâtın başarısızlıkla sonuçlandığını bildirmek zorunda kalmıştı .

Mayısın 15/16 gecesinde 7. Tümen bir gece taarruzu yaparak 8 Mayısta kaybedilen 83. rakımlı tepeyi tekrar geri almıştı. Mayıs ayı sonuna kadar Güney Grubu’nun karşılıklı mevzii taarruzları dışında kanlı muharebeler olmamıştır. Mayıs ayı daha çok cephenin düzeltilmesi ve siperlerin tahkimi ile geçmiştir. Düşman karşısında yıkılmaz bir kale gibi duran 7. Tümen’in, 12. Tümen’le değiştirilecek birliklerinin büyük bir kısmı Soğanlıdere’ye, bir kısmı da Havuzludere’ye nakledilmişti.

Arıburnu Cephesinde 26 Nisan ve Sonrası
26 Nisan Arıburnu cephesinde Türkler için önemli gelişmeler olmuştur. 26 Nisan gecesinde, 77. Alay erlerinin bir kısmının dağılması ile birlikte gelişen olaylar sonucu taarruz başarılı olamamış, 27. Alay’ın birlikleri Kanlısırt’ın batı kısımlarını boşaltmak zorunda kalmış, gecenin geri kalanında 77. Alay erlerinin Kocadere Köyü’nde tekrar toparlanması ile meşgul olunmuştu. Bu açıdan Mustafa Kemal’in en kritik günü, 26 Nisan olacaktır. Çünkü düşmanın bu gün yapacağı muhtemel bir harekât veya taarruz, yapılan bütün fedakârlığın yok olmasına yol açabilirdi . Ancak o gün, beklenenin aksine, ciddi bir olay olmamıştır. Sadece mevziî muharebeler olmuştur . Bununla beraber ordu komutanlığından sürekli taaruz emri gelmektedir.

Cepheye ilk yardım 27 nisanda gelmiştir. Binbaşı Servet komutasındaki 64. Piyade Alayı 57. Alay’ı, 11. Tümen’den 33. Piyade Alayı da 27. Alay’ı takviye etmek üzere cepheye hareket etmiştir. 19. Tümen Kurmay Başkanı Kurmay Binbaşı İzzettin Bey’in emrinde 57. Alay’ı takviye etmiştir. 33. Alay ise ancak akşamüzeri cephenin sol kanadını, yani 27. Alay’ı takviye edebilmiştir. Sabah saat 10:00’da başlayan taarruz neticesi 27. Alay bir önceki gün kaybettiği mevzilerden Kanlısırt’ı geri almıştır. 27 Nisan gecesi tekrar başlayan taarruzlarda Anzaklar geri püskürtülememişti. Albayrak Sırtı’ndan Düztepe hattına kadar çevrilecek bir savunma hattı oluşturulmuştur. Bu hat savaşın sonuna kadar 8,5 ay süresince birkaç münferit olayın dışında hiç değişmemiştir . Bu hat Cesarettepe’nin doğusundan başlayıp Bombasırtı’ndan devamla Kırmızısırt, Kanlısırt’tan Albayrak Sırtı’na kadar devam etmektedir.

Mayısta Arıburnu Cephesi
Arıburnu’nda ise cephe hattı, Seddülbahir’e nazaran daha erken siperler ve hatlar belliolmuştur. Bu siper hatları nerede ise savaşın sonuna kadar değişmeyecektir. Diğer taraftan İstanbul’dan Arıburnu’na takviye güçlerin gönderilmesine devam edilmiştir. İlk olarak Gelibolu’ya varan 16. Tümen’in 125. Alay’ı, 28 Nisan sabahı hemen cepheye sevk edilmiştir.
1 Mayısta Türk taarruzu sabah 05:00’de başlamıştır. O gün akşama kadar ve gece yarısından itibaren sabaha kadar devam etmiştir. Taarruzların başlaması ile birlikte düşman donanması da bütün topçusu ile birlikte ateşe başlamıştır. Türk tarafı ilk defa bir gündüz taarruzu yapmakta idi. Açık bir şekilde düşman topçusunun hedefi olmakta, özellikle Kanlısırt’a yapılan taarruzlara karşı, denizden amansız bir top ateşi devam etmekteydi.

1 Mayıs taarruzundan sonra Arıburnu’daki muharebelerde, Türk tarafı tekrar tekrar hücuma kalksada istenilen netice elde edilememişti. Artık şu açıkça anlaşılmaktaydı ki, sağlam bir tahkimatla, toprağa gömülen kuvvetli bir düşmana karşı insanları açıktan açığa hücuma kaldırmak ve netice elde etmek imkânsızdı. Zira, karşıdaki düşman zamanın en modern imkânlarına sahip olmanın yanında, elinde de yüzlerce makineli tüfek ile denizde onu himayeye âmade yüzlerce top namlusuna sahipti.

Mayıs ayı içerisinde devam eden taaruzlarda kesin bir netice alınamamıştır. Bir Anzak Tugayı’nın 9/10 Mayıs gecesinde Bomba Sırtı’na 23:00’de başlattığı ani taarruz olmuştur. Ancak 57. Alay saldırılara kahramanca karşılık vererek, bu taarruzu, siperlerin önünde durdurmuştur. Günün zayiâtı ise 600 ölü, 2.000 de yaralı olmuştur .

Anzak taarruzlarının bir diğeri de 13/14 Mayıs gecesinde, 01:30’da Bombasırtı-Cesarettepe kuzeyi arasındaki Türk mevzilerine gerçekleştirilmiştir. Taarruzun hedefi, Bombasırtı-Düztepe kesimini ele geçirerek, Anzak güçlerinin merkez ve kuzey kanatlardaki zayıf hatlarını düzeltmekti fakat kahraman Mehmetçik’in süngü hücumuyla kanlı bir şekilde püskürtülmüştür.

19 Mayıs Gece Taarruzu
Başkomutanlık 5 ve 6 Mayısta 5. Ordu’ya gönderdiği emirlerde, genel bir taarruzun yapılmasını istemekteydi. 6 Mayısta gönderilen emirde ayrıca taarruza 12. Tümen’in gönderileceğini, ikmâl erlerinin de 20.000’e çıkarılacağını bildirmiştir. Bununla beraber Başkomutan Vekili Enver Paşa 11 Mayısta cepheye gelmiş ve incelemelerde bulunmuştur.

Bu taarruz için Enver paşa 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın fikrini almış Esat Paşa, birliklerin durumunu beyan ettikten sonra, bu durumda iki seçenekleri olduğunu belirmiştir: Birincisi hazır bir şekilde düşmanın taarruzunu beklemek ikincisi ise birçok zayiâtı göze alarak düşmana taarruz etmek ve denize dökmek.

5. Ordu Komutanı Liman Paşa’da Mustafa Kemal’e haber gönderip fikrini sormuştur: Mustafa Kemal Paşa düşmana karşı son ve kesin bir harekâta karar verilmesi zamanının geldiğini belirtmiş yapılacak bu harekâta bütün Kuzey Grubu’nun katılması gerektiğini beyan ettikten sonra, aslolan kararın daha yüksek komuta kademesine ait olduğunu ifade etmiş ve adres olarak kolordu komutanını göstermiştir. Esat Paşa ise, ordu komutanına bu konudaki rahatsızlığını bildirmiş, kendisinin bu harekât hakkında önceden fikrini beyan ettiğini hatırlatmıştır. Diğer taraftan 3. Kolordu Kurmay Başkanı Kazım Bey’le Enver Paşa’ya gönderdiği mektupta harekâta karşı görüş bildirmiştir.

Alt rütbedeki komutanların uyarılarını dinlemeyerek ne olursa olsun taarruz fikrinde ısrar eden 5. Ordu Komutanlığı’nın, 17 Mayısta yayınladığı emirde, taarruzun 19 Mayıs gece 03:30’da başlayacağı, 2. Tümen’in de 3. Kolordu emrine verildiği anlaşılmaktadır. 2. Tümen’in 18/19 Mayıs gecesi mevzilere sokulurken fazla gürültü çıkarması, gecenin erken saatlerinde başlayan düşman ateşlerine karşılık verilmesi 03:30’da başlayacak taarruzu baskın olmaktan çıkarmış, düşmanın diğer birliklerini de uyarmıştır.

Gece 03:30’da başlayan, gece boyunca tüm kanat ve kesimlerde devam eden taarruzun ilk saatleri çok kanlı geçmiş, Türk askerinin birçoğu düşman siperlerinden gelen makineli tüfek ateşi nedeni ile daha siperlere yaklaşamadan şehit olmuştu. Bir türlü istenen netice elde edilememekteydi. Gece boyu süren taarruzun Sabah erken saatlerde de devam etmesi işleri daha da zorlaştırmış neticede taarruz başarısız olmuştur. Anzaklar iyi bir savunma hattı kurmuşlardı. 42.000 kişilik Türk birlikleri yaklaşık 13.000 kadar olan Anzak gücü karşısında bir başarı elde edememiş, taarruzlar 10:00’dan itibaren Genel Karargâh tarafından durdurulmak zorunda kalındığında zayiât 3.369’u şehit, 5.967’si de yaralı olmak üzere toplam 9.487 kişi olmuştur .

Bu taarruzdan sonra Anafartalar Muharebelerine kadar Arıburnu’nda başka önemli bir harekât olmamıştır. Taarruz sonrası taraflar arasında insanî bir yaklaşımın başlamasına sebep olacak olaylarda cereyan etmiştir. Muharebeden İki gün sonra Anzaklar tarafından bir Kızılhaç bayrağı çıkarılarak yaralı ve ölülerin toplanması için bir ateşkes teklifinde bulunulmuştur. Bu teklif üzerine iki tarafta ateşkes konusunda anlaşarak ölülerini defnetmeye başlamışlardır bu durum ister istemez ilk defa iki düşmanın savaşmak dışında da bir araya gelmesine neden olmuştur. Her iki tarafa arasındaki bu ilk irtibat zihinlerdeki birçok yargının da yıkılmasına yardımcı olmuştur. Artık Anzaklardaki Türk nefreti yavaş yavaş izale olmaya başlamıştır.

III. Kirte Muharebesi 4 Haziran 1915
Yapılması düşünülen taarruzun tarihi 4 Haziran olarak tespit edilirken hedefe ulaşma konusunda bu sefer daha temkinli planlar hazırlanmıştır. Ayrıca bu muharebeler sırasında ilk defa zırhlı arabaların kullanılması kararlaştırılmıştı . Türk tarafında ise hazırlıklar bitirilmişti. Güney Grubu Komutanı Weber Paşa birliklerinden, Kirte-Seddülbahir yolunun sağ tarafına 9. Tümen, sol tarafına ise 16 Mayısta Akbaş İskelesi’ne gelip Güney Grubu emrine verilen 12. Tümen yerleştirilmişti. Bu zamana kadar kahramanca mücadele eden 19 ve 20. Alaylardan mürettep alay ve 7. Tümen, Grup ihtiyatı olarak Alibey çiftliği kuzeyine çekilmişti.

4 Temmuz saat 08:00’de başlayıp 11:00’den sonra şiddetlenerek devam eden bombardıman, adetâ ateş püskürtmekteydi. Ateşin bütün bu şiddetini sükûnet içinde karşılayan ya da karşılamak zorunda kalan Türk kuvvetlerinin sessizliği ise Müttefiklerde Türk siperlerinde ağır kayıplar olduğunu düşündürmüştü. Saat 12:10’a gelindiğinde Fransız kuvvetleri siperlerde bombardımanın etkisiyle bir tek canlı kişinin kalmadığı düşüncesiyle- 12. Tümen cephesine taarruza başlamışlardı. Fakat gösterilen şiddetli mukabele ve yoğun ateş ağır kayıp verdirmesi üzerine Fransızlar taarruzu durdurmak zorunda kalmıştır. Kullanılan 8 zırhlı araç ise, arazi şartlarının yoğun bombardımanda bozulması ve beklenmedik gelişmeler sonucu yolda kalmış, arabalardan bir kısmı devrilerek devre dışı kalmıştır. Kirte’ye giden patika yoldaki zırhlı arabalar, Türk siperlerine ulaşmışlarsa da Türkler tarafından hazırlanan yaklaşık 2 metre genişlikteki siperlerden geçememiş arabalardan hala çalışanlar yoğun ateş nedeni ile geri çekilmek zorundan kalmıştır . Muharebelerin devamında bu arabalar bir daha kullanılmamıştır. Muharebenin birinci günü son bulurken Hamilton hayal kırıklığına uğramıştı.

Aspinal, İngiliz kayıplarını 4.500 olarak vermektedir . Fransızların kaybını ise Fransız harp muhabiri Roux, 31 subay ve 2.000 er olarak kaydetmiştir. Roux’a göre İngiliz er ve subay zayiâtının toplamı ise 6.000 civarındadır . Türk birliklerinin zayiâtı ise toplamda 9.000 olduğu kabul edilmektedir .

Kerevizdere ve Zığındere Muharebeleri
15 Haziranda Hamilton güneyde yapılacak harekâtlar için hazırlık emri vermiştir . Hedef, cephenin her iki kanadı yani Kerevizdere ve Zığındere’de ilerleme sağlayarak merkezde yapılacak harekâtın, emniyetini sağlamaktı.
Bu taarruz, 600 metre civarında bir cephede Fransızların Lejyonlar ve zühaflardan oluşan birlikleri ile tek başına yapacakları ilk harekâttı. Bu harekât ile 83 rakımlı tepenin yanında Fransızların Haricot diye isimlendirdikleri ikinci hat siperlerinin de ele geçirilmesi hedeflenmiştir. Harekât, sabah 05:15 yaklaşık 45 dakikalık ağır bir bombardımandan sonra saat 06:00’da başlamıştır . Şiddetli bombardıman bütün siperleri tahrip etmiş, neredeyse kullanılamaz hâle getirmişti. Bu taarruzu 19 Mayısın yorgun tümeni 2. Tümen karşılamıştır.

Alınan tedbirler ve gelen takviyeler ile her iki alay direnmesini devam ettirmiş, Fransız birliklerinin 14:15’de başlayan 3. taarruzu da neticesiz kalmıştı. 16:00’da sabahtan beri devam eden Fransız taarruzları durdurulmuş, düşman yalnız iki alayın iç kanatları arasındaki bölgede, irtibat hendeklerine kadar ilerlemiş ve yerleşmiştir.

Müttefiklerin, ele geçirdikleri 150-200 metrelik mevzii dışında başka kazançları olmamıştır. Aksine kayıpları elde edilen neticeye nazaran, pek fazlaydı. İngiliz yazar Fransız taarruzunun kaybını 2.500’den fazla ölü ve yaralı olarak verirken; Roux ise, bu konuda herhangi bir sayı vermemeyi tercih etmiştir . 5. Ordu komutanın Yalova’dan Başkomutanlık Vekâleti’ne gönderdiği raporda düşmanın zayiâtının 7.000, Türk tarafının zayiâtını ise, son tespit edilen rakam ile 79 subay 5800 er olarak belirtmiştir .

Zığındere Muharebeleri (28 Haziran-5 Temmuz)
Mevzii muharebeler döneminde, asıl taarruz öncesi yapılan Müttefiklerin kısmî taarruzlarından diğeri ise, cephenin sol kanadındaki Zığındere sırtlarına yapılmıştır. Kerevizdere Muharebeleri’nde Fransızların büyük bir başarı olarak gördükleri ilerlemenin cephenin sol kanadında da olması gerekiyordu. Kirte Deresi’nin batısındaki Zığındere mevzilerinin muhafazasını Albay Refet komutasındaki 8.000 kişilik 11. Tümen üslenmişti. Böylece, Alçıtepe yolunda önemli bir engel daha kaldırılacak, merkezdeki ilerleme, sağ ve sol kanatlardan bir ateşe maruz kalmayacaktı.

General Hunter Weston, harekâtı yönetmek için General De Lisle’i görevlendirmiş, piyadeyi istediği şekilde düzenleme konusunda da onu serbest bırakmıştı. Kendi tümenine ilave olarak Hint Tümeni’ni ve 156. Tugay’ı da emrine vermişti. Bu muharebelerde dikkat çeken diğer bir hususu ise, harekât için 12.000 atımlık bir cephanenin tahsis edilmiş olmasıdır. Bu Seddülbahir’deki cephanenin 1/3’nün bu taarruzda harcanmasını ifade etmekteydi.

Halbuki, III. Kirte Muharebeleri’nde kullanılan top mermisinin toplamı 6.000 idi. Burada ise durum değişmiş, cephe hattı azalmasına rağmen kullanılacak top mermisi miktarı artmıştır. Bununla birlikte, muharebelerin ilerleyen döneminde bu miktar da aşılmış, 16.000’e ulaşılmıştır. Bu bile, tek başına Zığındere’de Muharebeleri’nin ne kadar kanlı geçtiğini göstermesi bakımından yeterlidir .

28 Haziran sabaha doğru saat 02:00’de başlayan şiddetli bombardıman günün ilk ışıklarına kadar devam etmişti. İlk taarruz sırasında İngilizlerin Boomerang adını verdikleri, kendi siperlerine en yakın (33. Alay’ın 2. Tabur 5. Bölük tarafından savunulan) siperler ele geçirilmiş, 100 de esir almışlardı. Siperlerin ağır top ateşi ile tahrip edilmesi ele geçirilmelerini kolaylaştırmış, öğlen vakti J13’e kadar siperler İngilizlerin eline geçmişti.

Bu arada gönderilen taburlarla İngilizlerin Triyandafil Çiftliği ve Keçi Deresi bölgesindeki ilerlemeleri durdurulmuştur. Bu durumda, Güney Grubu Komutanı Weber Paşa, Ordu Komutanlığı’na birliklerin Soğanlıdere doğu sınırına çekilmesini bile teklif etmiş, daha soğuk kanlı davranan Liman Paşa ise, askerde paniğe neden olacak bir çekilmeyi kabul etmemiştir. Zığındere’de yapılan bu mücadeleyi Mehmed Nihad taarruz sonrası her iki tarafın da herhangi bir kazanç sağlamadığını, aksine binlerce vatan evlâdının şehit olduğunu belirtmektedir .

II. Kerevizdere Muharebeleri (12-13 Temmuz 1915)
II. Kerevizdere Fransız kaynaklarında ilk çıkarma gününden itibaren girişilen muharebelerin beşincisi olması nedeni ile, V. Kerevizdere, İngiliz kaynaklarında başlangıçta Alçıtepe veya Kanlıdere Muharebeleri olarak isimlendirilen bu iki günlük muharebelerde müttefiklerin amacı, Zığındere üzerinde yapılan önceki başarılı harekâtın nihâi hedef olarak belirlenen Alçıtepe üzerine yapılacak taarruz öncesi cephenin sağ tarafını Fransız topçusu himayesinde ileri sürerek diğer kısımlarla aynı hizaya getirmekti.

Müttefik güçlerinin birlikleri ise, Alçıtepe’ye 2 mil uzakta bulunmaktaydı. Taarruz edilmesi düşünülen cephe Kanlıdere’nin kuzeybatısındaki sahilden, doğuda Fransızların Rognon olarak isimlendirdikleri Yassıtepe arasında yaklaşık 1600 metrelik bir alanı kapsıyordu. Her iki taraf arasındaki siper derinlikleri ise, 200 ile 400 yarda arasında değişmekteydi. Taarruzu, İngiliz 52. Tümen’in 155 ve 157. Tugayları ile Fransız birliklerinin yapması kararlaştırılmıştır. İngilizlerin taarruz planına göre ilk önce 155. Tugay taarruza geçecek, 9 saat aradan sonra, 157. Tugay taarruza başlayacaktı .

Taarruz klasik şekilde başlamış, sıcak bir 12 Temmuz sabahı 07:35’de top ateşi kesildikten hemen sonra, plan gereği, İngiliz 155. Tugay birlikleri taarruza geçmiştir. Planlanan E11 siperleri zorlu bir mücadeleden sonra alınmış olmasına rağmen, büyük kayıp verilmişti. Akşamüzeri yapılan taarruzlarda tugay, mevcudunun % 60’ını kaybetmiş bir haldeydi. Fransızların taarruzları zayıf topçu himayesine sahip Türk tarafına büyük zayiât verdirmiş, ilk hamlede Rognon mevzilerinin batısındaki siperlerin yarısı zapt edilmişti .

12 Temmuz muharebeleri çok şiddetli geçmekteydi. Her iki taraf için de büyük öneme haiz bu muharebelerde müttefik kuvvetler büyük kayıplar vermişti. Hamilton bu durumu “Derinliğine 170-360 metre ilerledik. Bu gece yeni mevzilerimizde tutunabilirsek, bu yalnız arazi kazanma olmayacak, fakat ileri hatlarımızı da oldukça kuvvetlendirecektir.” şeklinde değerlendirerek, şu önemli gerçeği ifade ediyordu: Artık çıkarmanın ilk günlerindeki büyük hedefler değişmiş, küçük ilerlemeler bile önemli bir başarı sayılmaktaydı .

Ertesi gün yapılan harekâttan müttefik kuvvetler istedikleri neticeyi alamamışlardı. Bu iki günlük muharebelerin sonucunda İngilizler, Kemalbey Tepesi’nin bulunduğu sırtlarda Kerevizdere’ye hakim bir hat tutmuş ve dere bitiminde bir miktar yer kazanmış olsalar da ne taarruzlarının başından beri hedeflenen gayeye ulaşılmış ne de Türk savunma hattındaki birliklerin savunma direnci kırılabilmiştir. Daha sonraları ise, bu hat, pekiştirilerek birliklerin oluşturduğu cephe müttefik kuvvetlerin Seddülbahir bölgesinden çekileceği güne kadar aynı kalmıştır. Seddülbahir bölgesinde bu muharebelerden sonra bu çaplı bir muharebe de olmayacaktır .

Ağustos Muharebeleri
25 Nisandan itibaren Müttefikler, hedeflerine ulaşmak için Yarımada’ya bir biri ardına binlerce asker getirmiş, birçok kanlı muharebeye rağmen elde edilen netice, birkaç kilometre karelik toprak parçasından öteye gidememiştir. Beklenmeyen ağır kayıplar, yaz ile birlikte başlayan sıcaklar, hastalıklar, durumu iyice içinden çıkılmaz bir hale sokmaya başlamıştır. Bütün bunlara rağmen Hamilton, Yarımada’nın biraz cephane ve asker takviyesi ile ele geçirilebileceği inancını daima korumuş, Londra’ya çektiği telgraflarda da bunu daima belirtmiştir. Diğer taraftan İngiltere, Batı Cephesi’nde istenilen sonucu da bir türlü alamamaktaydı.

Chuchill’in 5 Haziranda İskoçya liman kenti Dundee’de yaptığı konuşmadaki “Çanakkale Muharebesi ağır ve yıkıcıdır. Fakat zafer, kesinlikle elde edilecek ve her şey yoluna girecektir.” sözleri, İngiltere’nin Gelibolu hareketine yaklaşımını göstermesi bakımından önemlidir .

Lord Kitchner, Hamilton’un talepleri karşısında fikrini değiştirmeye başlamıştır. Yeni kabine kurulduktan sonra Savaş Konseyi, Çanakkale Komitesi adı ile 7 Temmuzda toplanmış, Çanakkale’ye üç yeni tümenin daha gönderilmesine karar verilmiştir. Temmuz sonunda, bu tümenlere iki yeni tümen daha eklenecektir. Artık uzun zamandır konuşulan Suvla planı netleşmeye başlamıştı. Birlikler kiralanan transatlantik gemileri ile Gelibolu’ya nakledilirken, yeni çıkarma planları da hazırlanmaya başlamıştır.

5. Ordu da, aldığı istihbaratlar üzerine hazırlıklarına başlamış, cephe hattında yeni düzenlemelere gitmiştir. Zira son muharebelerden sonra hakim olan uzun sessizlik, yakın zamanda yeni bir harekâtın olacağının işaretçisiydi.

Seddülbahir Taarruzu
Türk birliklerini şaşırtmak ve harekâtın asıl ağırlık noktalarına birlik kaydırmayı önleme amacı ile Seddülbahir bölgesinde bir taarruz planlanmıştır. Taarruz, Kirte Deresi’nin her iki tarafındaki mevzilere yapılacaktı. Her ne kadar bu, İngiliz resmi tarihinin de ifade ettiği üzere, bir taktik taarruz olsa da Seddülbahir’de 8. Kolordu Karargâhı’nda neredeyse Nisan ayındaki iyimserlik hakimdi. Genel Karargâh’ın kolorduya verdiği, sınırlı hedefler unutularak 6 Ağustosta verilen husûsî kolordu emrinde Kirte’nin ve Alçıtepe’nin erkenden zapt edilmesi istenmiştir. Yapılan planına göre, taarruz 14:20’de yavaş tempoyla ağır toplar ateşe başladıktan bir saat sonra bölgedeki tüm sahra topçuları ve makineli tüfekler ateşe başlayacaktı. 15:50’de de birlikler hücuma geçecekti.

İngiliz top ateşinin başlamasından hemen sonra Türk topçusu da aynı şiddetle karşılık vermişti. Bu ateş, İngiliz siperlerinde ağır tahribe yol açarken, haberleşme telefonlarını da tahrip etmişti. Ulaştırma hendekleri tıkanmış, iki İngiliz topu da, saf dışı kalmıştı. Hemen ardından 03:50’de piyadenin hücumu başlangıçta ağır zayiâta uğrayarak Türk siperlerine yanaşması, harekâtı geriden takip edenleri iyimserliğe sevk etmiş ve karargâha hedeflerin zapt edildiğine dair raporlar yazılmasına sebep olmuştu. Gerçekte, durum bundan farklıdır; 88. Tugay parçalanmış, başlangıçta ele geçirilen mevzilerden çekilmek zorunda kalmıştır. Bu süreçte 88. Tugay, muharebeye giren 3.000 erden 2.000’ini kaybetmişti. Taarruzun başarısızlıkla sonuçlandığını anlayan General Cayley’in raporları, kolordu ve tümen karargâhında itibar edilmemiş, aksine ilk gelen raporlar çerçevesinde taarruzun başarı ile neticelendiği kanaatine varılmıştı .

7 Ağustosta yapılan taarruzların da bir sonuç vermemesi, Hamilton’u korkutmuştu. Zaten mevcut erlerle, takviye alınmadan yapılan bu taarruzun ilerletilmesi ve sonucun yine başarısızlık olması, birliklerin durumunu iyice zora sokması, kuzeyde gelişen harekâtı zor duruma sokabilirdi. Hamilton’a göre buradaki birliklerin savunmada kalması gerekmekteydi. Belki ileride buradan kuzeye kaydırılacak birliklerle Türk kuvvetinin zayıflaması sonucu yeni bir taarruz düşünülebilirdi.

Arıburnu Harekâtı (Kanlısırt ve Conkbayırı Muharebeleri)
Savaşların en şiddetli yerlerinden biri olan Düztepe, Conkbayırı, Besimtepe, Abdalyarı, Kurtgeçiti’nden Kocaçimentepe’ye kadar tepe ve geçitlerle birlikte bu yerlerden denize uzanan vadiler ve aralarındaki sırtlardan oluşan İngilizlerin Sarıbayır olarak isimlendirdiği bölgedeki harekâtı, Arıburnu’ndaki Anzak birlikleri gerçekleştirmiştir. Harekât, saat 04:30’dan sonra, Kanlısırt siperlerinin bir saat kadar bombalanmasından sonra saat 05:30 civarında üç dört saf halinde Anzak birliklerinin taarruzu ile başladı. İlk iki taarruz dalgası, önceden kazılan tünellerden yapılmış, tarafsız bölgeden geçiş az zayiâtla başarılmıştı. Diğer iki dalga ise hemen bunun ardından olmuştu. Türk siperlerine ulaşıldığında kanlı muharebeler başlamıştı. Diğer taraftan ağır bombardımanda siperlerin bir kısmının yıkılması sebebiyle mazgallar kapanmıştı. Buranın savunması ile görevli 16. Tümen 47. Alay’ın taburlarının tamamı yok olma noktasına gelmişti. Harpten sonra Çanakkale mevzilerini dolaşan Alman tarih yazarı Rudolph Stratz, gördüğü manzarayı şöyle anlatmaktadır :

“Gelibolu Yarımadası’nın tamamen boşaltılmasından sonra bir siperde bulunan iki iskeletin üzerindeki üniformalarından birinin Türk askerine, diğerinin de bir İngiliz askerine ait olduğunu gördüm. Bunlar, süngülerini birbirinin kalbine saplamış olarak siper duvarının dibinde cansız yatıyorlardı.”

Kanlısırt’a yapılan ilk taarruzla birlikte cephe, 13. Alay 3. Tabur’u, bu da yeterli olmayınca 19. Tümen’in 57. Alay 1. Tabur’u ile takviye edilmiş, saat 19:00’da tekrar başlayan taarruz 16. Tümen komutasında gerçekleşmiş, bütün gayretlere rağmen İngiliz birlikleri girdikleri siperlerden atılamamıştır. Bu durum karşısında Esat Paşa, harekete hazır olma emri verilen 15. Alay’ın yürüyüşünü çabuklaştırarak Kanlısırt’a intikalini, 9. Tümen Komutanı Albay Kannengiesser’e de 26. Alay’ı Kabatepe ve Kumtepe kıyılarını koruma görevinde bırakarak 25 ve 64. Alaylar ile getirebileceği kadar topçu birlikleri ile Kanlısırt doğrultusunda hareket etmesini emretmişti.

6-7 Ağustos gecesinde Kuzey Grubu Komutanı Esat Paşa, yapılacak bir taarruzla Kanlısırt’ın geri alınmasını istemişti. Zira Kanlısırt, Kuzey Grubu’nun en önemli dayanak noktasıydı. Biraz daha ilerleyip Karayürük Deresi’ne hakim olunması halinde cephenin yarılması ihtimali kuvvetliydi .

Türk tarafı Kanlısırt’ta birkaç siperi daha geri almış olsa da, 7 ve 8 Ağustosta yapılan muharebeler, fazla bir sonuç vermeyecektir. 10 Ağustosa gelindiğinde başlangıçta Türk birliklerini meşgul etmek amacıyla başlayan harekât, hedefi itibari ile bu amacını çoktan aşmıştı. Diğer taraftan Müttefik kuvvetler Türk birliklerinden önemli bir yekûnu üzerlerine çekerek amaçlarına da ulaşmışlardır. Özellikle Kuzey Grubu’ndan üç alaydan (13, 15 ve 12. Alaylar ile 10. Alay 4. Tabur) fazla ihtiyat kuvveti çekerken bölgenin savunması üzerinde olan 16. Tümen’i de haylice yıpratmıştır. Buna karşın 16. Tümen, taarruzu karşılayarak Kanlısırt’ın ele geçirilmesine rağmen durdurmuş ve tüm Kuzey Grubunun çökmesini önlemiştir .

Harekât, 6 Ağustos akşamı hava karardıktan sonra 2.000 kişiden oluşan sağ cenah örtü kuvvetinin ilerlemesi ile başlamıştı. Bu kuvvet, siperlerden bir kısmının kütüklerle tahkim edilmiş eski 3 Numaralı ileri karakolunu ani bir baskınla ele geçirdikten sonra ilerlemesine devam etmiştir. Saat 23:00’de Damakçılarbayırı’na ulaşılmış; gece yarısında (saat yarımda) burası 200 Türk esirle birlikte ele geçirilmişti.

Müttefik kuvvetlerin, 6 Ağustosta, harekâtın asıl hedefi olan Conkbayırı’na Türk birliklerinin kuvvet kaydırmasını önlemek amacıyla başlattığı Kanlısırt taarruzu, bütün şiddeti ile devam ederken, harekâtın asıl noktalarından biri olan Suvla Limanı’na planlanan çıkarma saat 22:30’da başlamıştı.

Sabah saat 06:00’ya gelindiğinde Yeni Zelanda Tugayı bir kısım kuvveti ile Şahinsırtı’nı ele geçirerek Conkbayırı’na ilerlemesini sürdürmüştür. Diğer taraftan 29. Hint Tugayı da Conkbayırı batısındaki Ağıl kesimine, 4. Avustralya Tugayı ise, Asmalıdere’nin güneybatı sırtlarına ulaşmıştı. Bu durumda 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal, 7 Ağustos sabahı Şahinsırtı’nın ele geçirildiği haberi üzerine elindeki ihtiyat kuvvetlerinden 14. Alay 1. Tabur’u, Kocaçimentepe’ye, son ihtiyatı 72. Alay’ın iki bölüğünü de Conkbayırı’na göndermiş, böylece bu sırada her hangi bir birlik olmayan Kocaçimentepe-Conkbayırı hattının ilk tedbirini almıştır. Mustafa Kemal Şahinsırtı’ndaki İngiliz birlikleri ile muharebeye başlayan 14. Alay 1. Tabur’a ne pahasına olursa olsun, Conkbayırı’nı tutmasını emretmiştir. Böylece İngilizlerin ilerleyişi engellenmişti.

7 Ağustos sabahı 08:00’e doğru, Allanson ile Gurkhaları, Besimtepe ateş menzili içinde yerleşmiş, Avustralyalılar, bir avuç keskin nişancının savunduğu Kocaçimetepesi’nden bir mil mesafede beklemeye başlamışlardı. Sağ Taarruz Kolu Komutanı, Johnston’un Yeni Zelandalıları da, savunulmayan Conkbayırı’nın zirvesine yaklaşık olarak 1.000 yarda uzaklıktaki Şahinsırtı’nda, iyi bir şekilde mevzilenmiş ve hâlâ Canterbury Taburu’nun gelmesini beklemekteydiler. Türk birliklerini tamamen kuşatan İngiliz birlikleri, tam bir zaferin eşiğinde durmakta idiler .

Esat Paşa durumun nazikleşmesi üzerine Kanlısırt’a takviye için gönderilmesi planlanan 9. Tümen’i Conkbayırı’na göndermeye karar vermiştir. Bu emri alan Tümen Komutanı Alman Albay Kannengiesser, kendisine bağlı 64 ve 25. Alayları Conkbayırı’na doğru yürüyüşe geçirmiştir. Conkbayırı’nı savunmakla görevlendirilen ve durumu görmek için alaylarından önce cepheye giden Albay Kannengiesser, beklenmedik bir takviye kuvvet olarak nitelediği 14. Alay’ın 1. Tabur’u ile 72. Alay’ın iki bölüğünü alarak 25 ve 64. Alay komutanlarının, kıtalarının Conkbayırı’na yaklaştığı haberini getirene kadar bu birliklerle, iki tarafında küçük birer muharebe cephesi kurmuştur . Tümen Komutanı Kannengiesser, saat 06:30’da durumu görmek için Besimtepe’ye çıktığında 64. Alay Kurdgeçidi ardına henüz gelmiş, 25. Alay ise yürüyüş halindeydi. 64. Alay’ı Asmalıdere dolaylarında İngilizlere karşı direnen ve çekilmek durumunda kalan kuvvetlere takviye olarak verirken, 25. Alay’ın da hızla Conkbayırı’na yetişmesini emretmiştir. Topçu atışı sonrası başlayan taarruzu, 14. Alay 1. Taburu karşılamış, 25. Alay’ın yetişmesi ile taarruz durdurulmuştu. Artık gün boyu yeni bir taarruz faaliyetinde bulunulmamış, taarruz kolları Şanihsırtı ile Conkbayırı sırtlarında siper kazmaya başlamışlardı. Taarruz ise ertesi güne ertelenmişti.

Tümen komutanı Kannengiesser’in yaralanması üzerine tümen komutanlığına Güney Grubu’ndan ihtiyat olarak gönderilen 4. Tümen Komutanı Yarbay Cemil Bey getirilmiştir. Yarbay Cemil Bey, Kocaçimentepesi’nden, saat 13:00’de komutayı ele almıştır . Tümen Komutanı Kuzey Grubuna akşamüzeri 17:30’da gönderdiği raporda düşmanın Conkbayırı taarruzunun durdurulduğu ve gece Şahinsırtı’nın ele geçirilmek üzere bir taarruzun yapılacağı belirtilerek başka önemli bir durum hatırlatılmaktadır: Anafartalar çıkarması nedeniyle ilerleyen düşman birlikleri karşısında Anafartalar Grubu komutanı Wilmer takviye birlik istemektedir :

Görüldüğü üzere düşmanın bu ilerleyişi de kısa süreli olmuştu. Conkbayırı’nın zaptı esasen söz konusu değildir. Aslında Conkbayırı’nın zirvesinin Yeni Zelandalıların eline geçtiğini söylemek de mümkün değildir. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere 64. Alay’ın geri çekilmesi tamamen taktik icadı idi .

Kocaçimentepesi ve Conkbayırı bölgelerindeki birliklerin Anafartalar Grup Komutanlığı emrine verilmesi üzerine Kuzey Grubu bölgenin kendi sorumluluğundan çıkmış olmasına rağmen taşıdığı öneme binaen gerektiği zaman kendi imkânı ile yardımda bulunmuştur. Grup Komutanı Esat Paşa elinde bulunan ihtiyat 10. Alay’ı 19. Tümen emrine gönderirken kardeşi Mirliva Vehip Paşa’dan telefon ederek kuvvet istemişti. Vehip Paşa bu istek üzerine 8. Tümen’i iki alayı ile birlikte göndermişti. Tümen komutanı Kuzey Grubu emrine girdikten sonra Conkbayırı’ndaki birliklerin de komutasını alarak 8/9 Ağustos gecesi saat 22:30’da yaptığı taarruzda bütün gayretlerine rağmen İngilizleri atamamıştır .

Conkbayırı’nda her yeni gün diğerinden farklı olmaktaydı. Bu bölgeye birçok birlik intikal ettirilmiş, ancak kumanda meselesi tamamen çözülememişti. Toplanan birliklerin bir düzen içinde maksada uygun bir şekilde sevk ve idare edilmemesinden istenen netice alınamamıştı . Mustafa Kemal’in Anafartalar Grup Komutanlığı’na getirilmesi sürecinde, esasında onu ilk tavsiye eden 3. Kolordu Kurmay Başkanı Fahrettin Bey (Altay) olmuştur. Conkbayırı’ndaki durumun gönderilen birçok birliğe rağmen tehlike arz etmesi ve istenilen neticenin alınamaması üzerine Fahrettin Altay, Esat Paşa’ya buraya kudretli bir komutanın göndermesi gerektiği bu kişinin de Mustafa Kemal olduğunu söylemiş; Esat Paşa da bunu uygun bulmakla birlikte bunu bizzat kendisinin, (Fahrettin Altay) ordu komutanına yapmasını istemiştir.
Fahrettin Altay telefonla 5. Ordu Kurmay Başkanı Kazım Bey’i arayarak Conkbayırı’ndaki durumu izah ettikten sonra Mustafa Kemal’in kolordu komutanı olarak tayinini teklif etmiş, bu teklifin Esat Paşa tarafından da uygun görüldüğünü belirtmiştir .

Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı’na Enver Paşa’nın onayı da alındıktan sonra 09:45’de getirilmiş, hemen hazırlıklarını yapıp, 19. Tümen’in komutasını da 27. Alay Komutanı Şefik Bey’e teslim ettikten sonra gece yarısına yarım saat kala, Çamlıtekke’ye hareket etmiştir. Böylece 8 Ağustos akşamı Anafartalar Grup Komutanlığı’na getirilen Mustafa Kemal’in mesul olduğu alan da genişletilerek, Conkbayırı da dahil edilmiştir. Mustafa Kemal’in Anafartalar’da 7 ve 12. Tümenle yaptığı bu mücadelede başarılı olmuştur. Daha sonra ki süreçte 8. Tümen birliklerinin de Anafartalar Grup Komutanlığı emrine verilmesi ile, Mustafa Kemal’in mesul olduğu kıta artmış ve mesafe de genişlemiştir. Mustafa Kemal, Anafartalar’da durumu bir dereceye kadar düzene koyduktan sonra öteden beri rahatsız olduğu Conkbayırı’ndaki duruma el koymak üzere akşamüzeri ağır bombardıman altında yürüyerek 8. Tümen Karargâhına gelmiştir. Tümen komutanından birliklerin durumu hakkında bilgi almıştır. Conkbayırı’ndaki muhtelif birlikler değişik yerlerde bulunduğundan aralarında da bir irtibat sağlanamamıştı.
Mustafa Kemal aldığı bilgiler ışığında, 10 Ağustos sabah 4:30’da baskın şeklinde bir taarruza karar vermiştir. Oysa diğer komutanlar yeni takviyelerin beklenmesi görüşündedir. Taarruzun başarısına inanan Mustafa Kemal, planladığı taarruzu başlatma konusunda kararlı tavrını sürdürmüştür :

Mustafa Kemal, düşmanın şiddetli ve seri bir baskın ile mağlup edilebileceğine inanmaktaydı. Bunun içinde çok kuvvetten ziyade dikkatli ve fedâkarâne bir sevk ve idare, maksadı temin edebilirdi. Bunun ispatı için de, geceyi taarruzu yapmayı düşündüğü ana kuvvet olan 8. Tümen birliklerinin başında geçirmiştir. Mustafa Kemal’in bu taarruzdaki kararlılığının bir değişiklik göstermemesi de takviye olarak gönderilen ve yolda bulunan 41. Alay’ın cepheye yetişememesi durumunda bile -ki yetişmesi beklenmiyordu- harekâta başlayacak olmasıydı. Birliklerin taarruz planını hazırlamış, süngü taktırdığı birlikler taarruza hazır halde beklemekteydi. Buna göre hücum, Conkbayırı güneyindeki 261 Rakımlı Tepe’yle, Conkbayırı’nın kuzeyini görmeye elverişli olan boyun noktasındaki birlikten, saat 04:30’da kaldırılacak kürek işareti ile başlayacaktı. Gece gelecek 28. Alay 261 Rakımlı Tepe’yle Düztepe arasında taarruz edecek; 41. Alay bu taarruza yetişemeyeceğinden, ihtiyatı oluşturacaktı .

Taarruz, planlanan şekilde hızlı başlamış, siperlerinden ok gibi fırlayarak İngiliz siperlerine dalan Mehmetçik, kanlı bir süngü muharebesine tutuşmuştu. Muharebe fazla sürmemiş, Conkbayırı sırtlarındaki iki İngiliz taburundan kurtulanlar düzensiz bir şekilde geriye çekilmek zorunda kalmışlardır. 23. Alay, kaçan İngiliz askerlerinin peşine takılmıştı. Diğer taraftan Ağıl kesimine hücum eden Türk askeri ile bu bölgedeki General Boldvin’in tugayı arasında ise, kanlı süngü muharebeleri devam etmekteydi. Saatlerce süren, Yarımada’nın bu en kanlı süngü muharebesinde galip olan, Türk tarafı olmuş; Conkbayırı’nın batı yamaçlarındaki Ağıl kesimi ele geçirilmiştir. Bu muharebede Tugay Komutanı General Boldvin ile kurmay başkanı da öldürülmüştü.

Bu sırada bir şarapnel parçası muharebeleri bizzat yöneten ve hadiseleri takip eden Mustafa Kemal’in göğsünün sağ tarafına çarparak cebindeki saati paramparça etmiş, vücudunda derince bir kan lekesi bırakmıştır .
Mustafa Kemal’in âni ve ısrarlı taarruzu ile düşman, Conkbayırı eteklerinden geri püskürtülmüş, Şahinsırtı’nın doğu kısımları ise Türk askerinin kontrolüne geçmişti. Hatta kısım kısım bazı müttefik birlikleri sahile kadar çekilmişti. Grup komutanı, elde edilen başarının kalıcı olması, Türk birliklerinin sayıca fazla düşman kuvvetleri arasında kaybolma ihtimali ve taarruz sırasındaki kayıplar da göz önüne alınarak 12:15’de 8. Tümen emirle taarruza ara vermiştir Conkbayırı’nda eşine az rastlanır bir kahramanlık gösteren Mehmetçik binlerce kardeşini şehit olarak toprağa verme pahasına düşmana geçit vermemiştir.

Suvla Çıkarması ve Anafartalar Muharebeleri
Ağustosta asıl harekât bölgesi olarak tespit edilen ve İngiltere’den getirilen yeni birliklerin kullanıldığı Suvla Limanı Çıkarması’nda amaç, 6 Ağustos akşamı diğer bölgelerle birlikte aynı anda bir baskın ile limanı çevreleyen tepeleri alacak bir örtü kuvvetini sahile çıkarmaktı. 7 Ağustos sabahı takviye edilen bu birliklerin bir kısmı ile de Anzakların Kocaçimentepesi’ni ele geçirmesine yardım edilecekti.

Çıkarma saati 22:30 olarak tepit edilmişti. Böylece gündüz Seddülbahir’de başlayan harekâtı, birbirini izleyen bir dalga halinde, 17:30’da Kanlısırt’a, 21:30’da Conkbayırı’na yapılacak harekâtlar izleyecek ve Türk tarafının bütün dikkati bu tarafa çevrildiği bir sırada, Suvla’ya asker çıkarılacaktı.

Anafartalar bölgesindeki Yarbay Wilmer komutasındaki müfrezenin toplamı 3.000 kişi civarında idi ve Kuzey Grubu’na bağlıydı. Kireçtepe’de Gelibolu Jandarma Taburu, Softatepe ve Lalababa Tepeleri’nde dağıtılmış bulunan Bursa Jandarma Taburu konuşlanmıştı. İsmailoğlutepe’de ise, 31. Alay 2. Tabur’u yerleşmişti. Alayın 1. Tabur ise Ağıldere’ye Kuzey Grubu’na takviye olarak gönderilmiştir . Müttefik güçler, ilk gece, sahile toplam 10.300 asker çıkarmayı planlamıştı. Bu bile, buradaki birliklerin karşılaşacakları kuvvetin kendilerinin üç misli büyüklüğünde bir güçle yapacakları muharebenin, önemini göstermekte idi . Çıkarma için Suvla Koyu’nda iki yer seçilmişti. Birincisi Küçük Kemikli Burnu’nun hemen güneyinde “B” ve “C” harfleri ile gösterilen, birbirine yakın iki sahil; diğeri ise, Tuzla Gölü’nün denizle bağlantısını sağlayan kısmın kuzeyinde bulunan “A” harfi ile gösterilen sahildi.

32. Tugay’ın Lalababa Tepesi’ni alması kolay olmamıştır. Burayı Bursa Jandarma Taburuna ait bir bölük sabaha kadar savunmuş, muharebede düşmandan birçok subay ve er öldürülmüştü. Bunlardan biri de tabur komutanı Yarbay Chapman’dır . Zorluklar ve ateş altında kıyıya çıkabilen tugayın bir taburu, 7 Ağustos saat 03:00’de Büyük Kemikli Burnu doğrultusunda ilerlemiş, burada Türk postalarının direnmesi ile karşılaşmış, diğer tabur ise, Softatepe’ye doğru ilerlemesini sürdürmüştür.

Hal böyle olunca, 33. Tugay’dan yardım istenmek zorunda kalınmıştı. Ancak sabah olunca Büyük ve Küçük Kemikli Burunları İngiliz birliklerinin eline geçebilmiştir. Bu ilk çatışmalar ve çıkarmadaki zorlukların da etkisi ile İngiliz birlikleri kıyıda hareketsiz, karmakarışık ve düzensiz bir şekilde bir süre beklemişlerdir .

İngilizlerden oluşan 11. Tümen’den sonra İrlandalı askerlerden müteşekkil 10. Tümen de çıkarılmaya başlanmıştır. C Sahili’ne çıkarılan birlikler, Softatepe’sine hareket etmiş, tümenin 3 taburu ise Lalababa’da bırakılmıştır. Toparlanan birliklerin Mestantepe’ye ilerlemesini ise, Bursa Jandarma Taburu önleyecektir. 10. Tümen’in ikinci çıkarma dalgası, A sahiline yapılmıştı. Diğer taraftan bu birliklerin kahramanca müdâfaaları, İngiliz birliklerinin inançlarını sarsması yanında ilerlemelerini de durdurmuş, Conkbayırı ve Kocaçimentepe bölgelerindeki birliklerin kuzeyden kuşatılmasını önlemiştir.
Yeni takviyelerin ve cephanenin gelmemesi durumunda iki tümenlik kuvvetin bu birlikleri durdurması imkânsızdır. Gelişmeler karşısında bir kere daha yanıldığını anlayan Liman Paşa, Bolayır’da bulunan 7 ve 12. Tümenleri Ahmet Feyzi Bey komutasında harekete geçirmiştir. Bu tümenlerin cepheye gelmesinin 36 saat kadar sürmesi beklenmektedir. Bu durumda cephenin bütün yükü çıkarmayı karşılayan Yarbay Wilmer’in komutasındaki Anafartalar Müfrezesi’ne kalmıştı. O günün sabahı, 7. Tümen saat 09:00’de aldığı emir üzerine, Anafartalar’a yürüyüşe başlamıştı. 12. Tümen birliklerinin Bolayır kıyılarına dağıtılmış olduğundan toplanmaları öğlen 12:00’yi bulmuş, ancak bu saatten sonra yürüyüşe geçebilmişlerdir. 7 Ağustos akşam ise ordu karargâhının olduğu Yalova’dan, Kuzey Grubu’na Saros ve Anafartalar Müfrezesinin Anafartalar Grubu adı altında Albay Feyzi Bey’in emrine verildiği bildirilmiştir .

Ayrıca İngiliz birlikleri de henüz hedeflenen yüksek tepeleri (Tekketepe ve Kavaktepe) ele geçirememiştir. Bununla beraber birliklerin acele olarak taarruza sokulmasının zararı çeşitli defalar görülmüştü. Taarruzu sabaha bırakmaya karar veren Feyzi Bey bu konuda Liman Paşa ile uzun ve tartışmalı telefon konuşmaları yapmıştır. Liman Paşa, taarruzun ertelenmesi önerisine çok kızmış, bu öneri iyi niyetle karşılamayarak aynı gün akşam Albay Feyzi Bey’i görevinden almıştır .

Bu görevden alış Çanakkale Savaşları’nın önemli dönüm noktalarından biri olacaktır. Mustafa Kemal’in bu göreve getirilmesi ile birlikte Türk tarafı taarruza geçmiş, Anafartalar ve Conkbayırı’nda birbiri ardına zaferler kazanılmıştır. Şu da unutulmamalı ki, Feyzi Bey’in özellikle Anafartalar’da kuvvetlerini erken bir taarruzdan koruyarak emirleri uygulamayı tehir etmesi kendi komutanlık kariyerini bitirirken, esasında memleketin geleceği adına büyük bir fedâkarlık yapmıştır. Zira bu kararlılığı ile mevcut birliklerin yıpranmasını önlemiş, hem de yapılacak bir taarruz için birliklere dinlenme ve eksiklerini giderme imkânı vermiştir. Pek tabiî ki İngiliz birliklerinin de bu günleri dinlenerek geçirmesi işaret edilmesi gereken diğer bir husustur. Bu kararın Türk tarihi açısında diğer bir önemi ise Mustafa Kemal’in yıldızının parlamasına vesile olmasıdır.

Komuta kademesinde bu değişiklikler olurken, birlikler de kararlaştırıldığı şekilde taarruz öncesi yaklaşma harekâtına başlamışlardı. 9 Ağustos sabahı her iki taraf da taarruz için tertibatını almıştı. Ancak Türk birlikleri daha önce harekete geçerek başlamakta olan İngiliz taarruzunu kırmıştır. Bu taarruzdaki amaç, İngiliz Kolordu’sunun Anafartalar kesimine yapmakta olduğu ve yapacağı taarruzları durdurarak Damakçılıkbayırı-Mestantepe çizgisini ele geçirip Kocaçimentepe’nin emniyetini sağlamak ve böylece 9. Kolordu ile Anzak Kolordusu’nun birleşmesini önlemekti.
Artık 6 Ağustostan itibaren devam eden sürecin sonuna gelinmekteydi. İngilizlerin tereddütleri üzerine Türk birlikleri büyük gayret ve fedâkarlıkla Kavaktepe- Tekketepe hattına önce varmıştı. Burada konuşlanan 12. Tümen’in taarruz hedefi, Kükürtlüpınar-Mestantepe hattı ile Küçük Anafarta doğu sırtlarından ilerleymek, 7. Tümen ise Damakçılıkbayırı’na taarruz etmekti .

Muharebeler kesin bir zaferle sonuçlanmıştır. Bu zaferle gelecekteki harekâtlar için stratejik öneme sahip Tekketepe, Kavaktepe ve İsmailoğlu gibi tepeler Türk birliklerinin kontrolüne geçmiştir. İngilizlerin bundan sonra artık ilerleme imkânları da kalmamıştır. İnisiyatif artık Türk birliklerinin eline geçmiştir. Anafartalar’daki bu ilk muharebelerde 12. Tümen’in zayiâtı, 1.085, 7. Tümen’in ise 978 kişidir .

6 Ağustostan itibaren devam eden bu beş günlük muharebeler, her iki taraf için ağır olmuş; ortalama Türk zayiâtı 20.000’i, İngiliz zayiâtı 25.000 kişiyi bulmuştur. Bu çıkarmada Türk tarafı Kanlısırtta 6.000, Conkbayırı’nda 9.200, Anafarlarda, 3.000, 19. Tümen Cephesi’nde 1800 kişi zayiatı olmuştur. İngilizler ise en fazla kayıbı Conkbayırı’nda 12.000 kişi, Anafartalar’da 8.400 kişi zayiat vermiştir. Kanlısırt’ta zayiatları 2.000 olurken 19. Tümen Cephesi’nde 2.600 kişidir.

DENİZ SAVAŞI
Çanakkale muharebesine 25 Ocak’ta karar verilmişti fakat İlk harekat İngiltere’nin Osmanlı Devletine savaş ilan ettiği 3 Kasım 1914’te İngiliz gemileri tarafından boğazın bombalanması ile olmuştu.3 Kasım sabahı iki İngiliz ve iki Fransız muharebe gemisi,dört kruvazör ve 8 muharipten oluşan filo Kumkale ve Orhaniye Tabyalarını bombalamıştır. Bu bombardıman esnasında Seddülbahir’deki merkez cephanenin ateş alması nedeniyle meydana gelen patlamada 5 subay ile 80 er şehit olmuş, 31 kişi de yaralanmıştı . Boğaza yapılan bu saldırıdan sonra müstahkem mevki komutanı Cevat Paşa boğazda ki savunma tertibatı ile ilgili yeni değişiklikler yapmıştır.

Çanakkale Boğazı’nda Savaş Öncesi Yapılan Hazırlıklar
Savaş öncesi Boğazı savunmak için bazı tertibatlar alınmış bulunmaktaydı. Fakat bu tertibatın çoğu 25-30 yıl öncesinin teknolojisini yansıtmakta idi. Burada bulunan toplar kullanım itibari ile yeterli olmamakla ikisi bağımsız, üçü ağır topçu taburunda bulunan toplam 35 batarya bulunuyordu.

Savaş öncesi Alman Ağır Topçu Genel Müfettişi Posseldt ve İstihkam Genel Müfettişi Weber Paşaların Harbiye Nezâreti’ne tavsiyeleri üzerine batarya sayısı 22’ye indirilmiş, personelin de diğer bataryalara nakli sureti ile mevcut personel sıkıntısı giderilmeye çalışılmıştır.

Müstahkem Mevkii Komutanlığı ise, bunun zıttı olarak, 20 Eylül 1914’te hazırladığı raporda, Boğaz girişinin her zaman kolayca ele geçirilip düşürülebileceğini, iç kısımda ise düşmanın kuşatma altında olacağını beyanla hazırlıkların Boğaz içinde yapılmasını rapor etmiştir . Çevrede ki Müstahkem Mevkileri ve ordulardaki ağır topların bir bölümü Çanakkale’ye sevk edilirken, Çanakkale Müstahkem Mevkii deposundaki eski toplar yeniden kullanılmaya başlamıştı. Bunun dışında Mesudiye Zırhlısı’nda olduğu gibi eski savaş gemilerinden sökülen toplar ile seferberlik öncesi Boğaz’ın yeniden tahkimi çerçevesinde 15 Haziran 1914’te alınan karar gereği kadro dışı bırakılan toplardan da tekrar yararlanma yoluna gidilmiştir .

Tüm bunların yanında Boğazın mayınlamasına başlanmış ve mayın hatlarının sayısı artırılmıştır, iki yeni hat eklenmiştir . Boğaz’daki tabyaların düzenlenmesi yanında gece vakti gözlem ve isabetli atışların temini için ışıldaklar da yerleştirilmiştir . Boğaz’a mayınlar ve ışıldaklar döşenirken bir taraftan da denizaltıların geçmesine mani olmak üzere 5 Şubat 1915’te Boğaz’ın güney kesimindeki son mayın hattının ardına belli noktalarda şamandıralar arasına balıkçı ağları gerilmiştir .

Tam Yol Çanakkale
İtilaf devletleri savaş konseyinin kararı üzerine hemen hazırlıklara başladı. Carden’e istediği ihtiyat kuvvetlerin gönderileceği vaat edildi. Buna ek olarak, Fisher’in önerisiyle, Kraliyet Donanması’nın 15 inçlik (38 santimetre) toplara sahip en modern zırhlısı Queen Elizabeth son seyir ve top kalibrasyon denemelerini yapmak üzere gönderilmesi kararı alındı. Churchill harekâtın 15 Şubatta başlayacağını Fransa’ya bildirmiştir. Fransa harekâta, Amiral Carden’in komutası altında Amiral Guepratte’nın komuta ettiği bir filo göndermiştir . Churchill, Rusya’dan da İstanbul Boğazı’na taarruz etmek sureti ile bu harekâta katılması istenmiştir . Ruslar bu talepler karşısında sadece Ege’ye, Askold adında bir hafif kruvazör gönderecektir .

Savaş Konseyi’nin kararı ile birlikte yapılacak harekâtın planıda belirginleşmişti: Karadan bir çıkarma yapılmaksızın Boğaz geçilecek, ardından karaya asker çıkarmak üzere bir kara gücünün de kullanılmasına karar verilmiş olması ve bu yönde hazırlıkların başlamasıdır. Bu karar, büyük riskleri de beraberinde taşıyordu. Taarruz tarihi 19 Şubat 1915 olarak saptanmıştı. Doğrudan Boğaz’a yönelik bir deniz taarruzu için görevlendirilen Carden’in emrinde İnflexible muharebe krovazörü, Agamemnon, Triumph, Vengeance, Albion ve Cornwallis zırhlıları ile Amiral Guepratte komutasında Sufren, Gaulois ve Bouvet zırhlılarından oluşan bir Fransız tümeni ile 4 hafif kruvazör, 16 muhrip, 7 denizaltı, 7’si mevcut, 14’ünün de yolda olduğu 21 mayın arama-tarama gemisi ve bir uçak gemisi vardı. Queen Elizabeth ve Lord Nelson zırhlıları da yolda bulunuyordu . Bu gemiler üzerinde çeşitli çaplarda toplam 187 top yerleştirilmişti .

Bunun dışında 29.tümenin Mondros’a sevk edilmesi, Mısır’da hazırlanan ordunun sevki için hazırlıkların tamamlanması, hayvan nakline mahsus nakliye araçlarının temini, küçük nakil araçları, romörkörlerin tedarik edilmesine karar verildi.
İtilaf devletlerinin tüm bu hazırlıkları yaptığı haberlerinin ulaşması Osmanlı devletininde hazırlıklarını hızlandırmasına neden olmuştur . İlk saldırının yapılacağı 19 Şubata gelindiğinde itilaf bloğunun hazırlıkları tamamlanmıştı, Çanakkale Boğazı’na saldıracak birleşik filo, her biri 3-5’er muharebe gemisinden oluşan 3 Tümen hâlinde tertip edilmişti. 1 ve 2. Tümenler İngiliz gemilerinden 3. Tümen Fransız gemilerinden oluşmaktaydı.

18 Marta Doğru Bombardıman Devam Ediyor (19 Şubat 1915)
Planlanan Harekat 15 Şubattı fakat deniz uçakları ile mayın arama-tarama gemilerinin hazırlıklarının tamam olmaması nedeniyle harekat bir sonraki tarihe ertelenmiştir. Harekatın bir sonraki başlangıcı olan 19 Şubat saat 07:45’te Mondros Limanı’ndan Amiral Carden komutasındaki donanma harekâta başlarken, saat 07:50’de, Limni Adası’ndan havalanan bir uçak Ertuğrul Bataryası’nın çevresindeki piyade bölüğünü bombalamıştır. Saatlar 09:51’i gösterdiğinde Cornvallis Zırhlısı, Orhaniye Tabyası’nı topa tutmuştu. Bunu saat 10:01’de Truimph Zırhlısı’nın Ertuğrul Tabyası’na, açtığı ateş izlemiştir. Düşman kuvvetlerinin bu saldırısı üzerine Türk tarafı menzil dışında olduğu için düşman kuvvetlerine karşılık verememişir. Öğleden sonra tekrar başlayan bombardımanda 14:30’da tabyaların kısa mesafeden ezici bir ateş altına tutularak tahrip edilmesi ve Boğaz’ın girişine doğru mayınların temizlenmesi hedeflenmiştir.

Bunun dışında Sedülbahir’i Inflexible Zırhlısı’nın bombardıman altına alması, Fransız Tümeni Amirali Guepratte tabyaları 20 dakika süren bombardımana tabi tutmuş ve tabyaların menziline girmiştir. Bu sırada Amiral, Vengeance ve Cornvvallis’in kıyıya yaklaşmalarını emretmiştir. Kumkale ve Seddülbahir Tabyalarını ateş altında tutan bu gemiler daha sonra Orhaniye ve Ertuğrul Tabyaları’nı da ateş altına almışlardır. Tabyaların karşılık veremeyip toz duman altında kalması, Amiral Carden’de buraların yerle bir edildiği intibaını uyandırmış, bunun üzerine “Suffren’e kıyıya daha yaklaşması, Vengeance’ın da, ateş keserek tabyaları gözden geçirmesi” şeklindeki verilen emri, Suffren’in “ateş kes, lnflexible’a yaklaş” şeklinde yanlış anlaması üzerine birleşik filo için büyük bir fırsat kaçırmış, ateş üstünlüğünde olduğu Orhaniye Tabyası’nı bombalamayı bırakıp geri çekilmesi ile neticelenmiştir. Akşam üzeri havanın kararması ve görüş mesafesinin azalması üzerine fazla bir neticenin alınamayacağına kanaat getiren Amiral Carden, 17:20’de donanmaya geri dönüş emri vermiştir .

Gün boyu yedi saati aşkın devam eden bu bombardımanda 1000 üzerinde mermi kullanılmış netice olarak ilk ciddi deniz muharebemiz bu bombardımana kıyasla Türk tarafı nın verdiği zaiyat az olmuştur. Orhaniye ve Seddülbahir Tabyaları’nda, 2’si subay 4 şehit verilmiş, 11 er de yaralanmıştı .

Müttefikler açısından ise harekât askerî bir fiyasko ile sonuçlanmış, arzu edilen gayeye tamamıyla ulaşılamamıştı . Üstün ateş gücüne rağmen giriş tabyalarına az bir hasar verilebilmiştir .

Bir yandan da bu harekatlar devam ederken 19 Şubatta Çanakkale’ye kara gücü gönderilmesi de tekrar gündeme geldi. General Maxwell’e donanmanın, Çanakkale Boğazı’na taarruza hazırlanmış olduğunu, General Birdwood’un emrindeki 30.000 kişilik Anzak kuvvetini 9 Marta doğru, gönderilen nakliye gemilerine -bu gemiler 29. Tümen için hazırlanmıştı- bindirmeye hazır hâle getirmesi konusunda haberdar edilmesini emretmiştir . Çanakkale Taarruzu İngiliz basınında o kadar büyük yer tutmuştu ki Artık ne pahasına olursa olsun olumlu bir neticenin alması gerektiğine inanılıyordu bu hem İngilizlerin şeref ve haysiyetleri için önemli hem de balkan devletlerinin bundan sonra ki tavırlarının en büyük belirleyici olması açısından önemli idi. 24 Şubatta toplanan Savaş Konseyi bu fikirde Lloyd George muhalif kalmış, ordunun başka bir yerde kullanılmamasını istemez iken. Churchill, İngiliz halkının Çanakkale’ye başlatılan taarruzun mutlaka başarıya ulaştığını görmek istediğini belirtmiştir . Bu tarihten sonra 18 Marta kadar geçen süreçte müttefik gemileri boğazları bombardımana devam etmişlerdir.

18 Marta kadar dış istihkamların düşürülmesi, Müttefik Donanma’da Boğaz’ın geçilmesi konusunda bir ümit uyandırmış, bu gelişmeler Rusya ve Balkan devletleri üzerinde büyük bir tesir meydana getirmiştir. Romanya ve İtalya’dan İtilâf devletlerine sıcak mesajlar gelmeye başlamış, Bulgaristan ise bu durum karşısında Merkezî devletlerle görüşmelerine son vermiştir. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasından pay alamamaktan korkan Rusya, Karadeniz Boğazı girişinde harekâta katılmak üzere, 40.000 mevcutlu bir ordu göndermeyi teklif etmişti . Bunların içinde belki de en önemlisi Venizelos’un Yunan Kralı’nı da ikna ederek 3 Yunan tümenin Çanakkale’ye gönderilmesi teklifidir. Fakat bu teklife Rusya’nın karşı çıkması nedeniyle söz konusu teklif gerçekleşmemiştir. Ayrıca tüm bu harekatın etkileri İstanbul ve çevresinde sosyal iktisadi hayatta kendini göstermiştir. Hatta İstanbul’da bulunan devlet merkezinin başka bir yere taşınması da gündeme gelmiştir. Bombardımanların olduğu dönemde İstanbul’da yaşayan halk arasında heyecana sebep olmuştur. ABD büyük elçisi Hanry Morgenthau bu konuda ‘ sadece halk değil, resmi sınıfları da saran korku ve paniğin emareleri her tarafta belli oluyordu.’ İfadeleri ile hatıralarında yer vermişti . Ayrıca ABD büyükelçisi Türkler şehri terk etmektense tahrip etmeyi planlıyorlar diye beyanatta bulunmuştu .Bunun dışında elçi Morgenhau, herkesin müttefik donanmasının boğazı geçeceğine inandığını buna bir tek Enver Paşanın inanmadığını belirtmekteydi .

Müttefiklerin saldırılarını arttırdığı bombardımanın en şiddetli olduğu günlerde İstanbulda, Meclis-i Mebusan’da hararetli tartışmalar yaşanmış, meclisin Eskişehir’e taşınması gerektiği fikrine Meclis Başkanı Halil Bey Meclisin taşınması fikrine karşı çıkarak düşmanın boğazları geçemeyeceğini, geçse bile bu durumun Türk milletinin azim ve metanetini arttıracağını savunmuştur .

Liman Von Sanders de ise İstanbul da ki bu taşınma tartışmalarının olduğu günleri şöyle değerlendirmektedir :
“Türk Genel Karargâhı, Şubat sonlarına doğru düşman donanmasının Boğaz’ı geçme ihtimalini dikkate almaya başlamış ve Sultan ile maiyeti, mülkî ve askerî makamlar ve hazine için tedbirler alınmasına girişmişti. Düşman Donanması başarıya ulaşır ve Boğaz’ı geçerse, bütün bunlar Anadolu yakasındaki bazı yerlere taşınacaktı.”

İstanbulda siyasette bu taşınma tartışmaları son hadde devam ederken halk, İkdam Gazetesi’ne göre normal hayatına devam etmekteydi :
“Burada Kal’a-i Sultânîyye bombardımanının tesirâtı gayet ehemmiyetsizdir. Memleketin ahval-i umûmiyesinde zerre kadar tebeddül yoktur. Herkes işiyle, vazifesiyle, alış verişiyle meşguldür. Dünyada her hadisenin mukaddemâtı şiddetle teheyyücâta mucip olarak sonra yavaş yavaş alışıldığı ve ilk tesir zevale yüz tuttuğu halde, burada bombardımanın ilk günleri de ehemmiyetsiz olarak geçmiştir. Hemen hemen diyebiliriz ki şehrin heyet-i umûmiyesinde, ahâlinin tarz-ı hayat ve maişetinde, hiç bir şeyde zerre kadar tebeddül eseri yoktur. Bu hâl-i fevkalâdenin esbâbı rûhiyesi tahlile sezâ bir mahiyettedir. Milletin gösterdiği bu metânet ve itidale kaygısızlık demek cinayettir. Çünkü kaygısız değil, bilakis vatana şiddet-i merbutiyetimizi nice vesileler ve fırsatlarda faziletkarâne ve ulvi bir tarzda ispata muvaffak olduk.”

Böyle buhranlı günlerde sansür uygulamasınıda göz önünde bulundurmak lazım gelir. Hükemetin savaş öncesi aldığı borçlar ve savaşın masrafları savaş henüz tam anlamıyla kendini hissettirmediğinden dolayı hükümet tüm masrafları karşılayabiliyordu. Savaşın asıl etkisi Çanakkale cephesinde binlerce yaralının Sirkeci ve Haydar paşa limanlarına akın akın gelmesiyle hissedilecekti.

18 Mart 1915 Çanakkale Geçilmez
Türk milletinin hafızasına Çanakkale geçilmez olarak yazılacak bu slogan 18 Mart 1915 teki nihayi boğaz muharebesi sonrasında ortaya çıkmıştır. Çanakkale boğazında sürekli devam eden küçük çaplı çıkarma harekatları başarısız olması üzerine donanma tabyalara bomba yağdırmıştı . Lord Kitchner, 29. Tümen’in hareketine müsaade ederken, ertesi gün bu tümenle birlikte Anzak Kolordusu ile Fransız Tümeni ve İngiliz Kraliyet Deniz Tümeni’nin oluşturacağı Akdeniz Seferi Gücü Komutanlığı’naSir Ian Hamilton’u tayin etmiştir.

Çanakkale muharebelerinin mimarı Churchill’in, Hamilton’un Çanakkale’ye mümkün olduğu kadar çabuk gitmesi konusundaki ısrarı vardır. Churchill, muhtemelen bu başarının kendisine ait olmasını istiyordu. Hamilton, hazırlıklarını yapmaması ve kurmay heyetinin daha teşekkül etmemesine rağmen, tayin edildiği gününün ertesi trenle Londra’dan hareket etmiş, 17 Mart 1915’te Mondros Limanı’na varmıştır .
Deniz harekâtı için denizdeki hazırlıklar da hız kazandı. 4 Marttan itibaren, bombalanan tabyaların tahrip faaliyetlerinden vazgeçilerek Boğaz’ın orta savunma hattında bulunan mayınların temizlenmesine çalışılmıştı. Boğazların mayın tarama işlemlerinde beklenenden daha çok zorluklarla karşılaşılıyordu. Taarruz gemilerinin boğazın her iki yanındaki seyyar topları susturamaması boğazda mayın temizleme işlerini sivil teknelerle yapılmaya itiyordu. Bu tekneler Boğaz’daki şiddetli akıntıya karşı fazla yol da alamıyorlardı. Mayınları temizlemek için mayınlı alanın üzerine çıkıp sonra akıntıdan yararlanarak aşağı doğru tarama işlemine geçiyorlardı. Mayın tarama için destroyerlerin kullanılma girişimleri başarısız olmuştu. Orta Savunma Hattı’nın başındaki mayınlı alanın gündüzleri temizlenmesinden Martta vazgeçilmiş ve iş geceye alınmıştı Amirallik Dairesi’nde Churchill sabırsızlanmaya başlamıştı. 13 Martta Carden’e gönderdiği özel ve gizli bir telgrafındaki “Boğaz’ın en dar yerine kadar olan mayınların temizlenmesinde verilen yaklaşık üç yüz kayıp pek küçük bir bedeldir. Bu iş, can ve küçük tekne kaybına bakılmadan yapılmalıdır ve ne kadar çabuk tamamlanırsa, o kadar iyi olacaktır.” şeklindeki ifadesi bu konuda Churchill’in hırsını ve aceleciliğini açıkça göstermektedir .

Bu harekatın öncelikli hedefinde, mayınlı alanların gündüz donanmanın yoğun ateşi altında temizlemek ve boğazın en dar kısımlarında ki Türk savunmalarına tüm kuvvetleriyle taarruz edilmesiydi. Aynı zamanda boğaz geçildiği andan itibaren geniş çaplı kara harekatına da başlanacaktı .

15 Marta gelindiğinde Churchill’in Amiral Carden’e gönderdiği telgrafa Carden aynı günde cevap vermiş ve havalarında müsait olması durumunda 17 Martta Boğaz’a harekatın yapılacağı şeklindedir . Diğer taftan stres ve ümitsizlik nedeni ile harekâttan bir gün önce sağlığı bozulan Amiral Carden’in yerine Müttefik Donanması’nın emir ve komutası Amiral J. M. De Robeck’e verilmiştir . Churchill, De Robeck’i 17 Martta bu tayin işinden haberdar ederken, yapılacak taarruzun kendisi tarafından da uygun ve mümkün olduğuna dair güvence istemiştir. Amiral de cevabında kendinden emin bir şekilde havanın müsait olması durumunda ertesi gün taarruza başlayacağını bildirmiştir .

Aynı gün 17 Martta Bozcaada’ya gelen Hamilton’un ve Fransız Tümeni komutanı General De Amade’in de katılımıyla Queen Elizabeth’te bir toplantı yapılmıştır . Yeni komutan bu toplantıda savaşın kaderini belirleyecek olan seyyar bataryalara da dikkat çekmiştir. Amiral, istihkamları susturabileceğini ama mayınlı bölgenin temizlenip girildiğinde seyyar bataryaların tehlikeli olacağını belirtmektedir .

Müttefik kuvvetlerinin her türlü hazırlıkları devam ederken türk tarafıda boş durmamış boğaza yönelik her saldırıdan ders çıkartmıştı. Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa gerekli tedbirleri alma yoluna gitmişti. Bu tedbirler çerçevesinde 26 Şubata kadar 10. mayın hattı da döşenmişti. Savaşın neticesini belirleme konusunda önemli bir rolü olan 11. Mayın hattı ise, Erenköyü Koyu’na döşenecektir. Burası en güçlü tabyamız olan Anadolu Hamidiyesi’nin ölü alanında kaldığı gibi, Erenköy ve Rumeli kıyısında Tenger Deresi kesimindeki obüsler tarafından da ateş altına alınamıyordu. Ayrıca koy, ilk bombardımanlardan itibaren, muharebe gemilerinin manevra yaptıkları bir yer olma özelliğine de sahipti .
Türk savunma sisteminde ki bu eksiklikten yaralanmak isteyecek müttefik donanması bu koya sığınarak Türk topçusundan korunmalarının önlenmesi gerekmekteydi. Bu sebeple Nusret Mayın Gemisi, 7-8 Mart gecesinde sabaha karşı sis ve yağmur yüzünden elverişsiz bir hava nedeniyle donanma gemilerinin Boğaz’da bulunmadıkları sırada, Yüzbaşı Hakkı komutasında 05:00 ile 07:30 arasında 26 adet mayını yüz metre aralıkla, Erenköyü Koyu’na diğerlerinden farklı olarak Boğaz’ın orta hattına dikey değil kıyıya paralel olarak dökmeyi başarmıştır . İngilizlere göre sayısı 20 olan bu mayınların, seferin tâlihi üzerindeki etkisi ölçülemez. Zira bu mayınlar seferin aylarca devam edecek bir kara harekâtına dönüşmesinin başlıca sebebidir .

18 Marttan Önce Müstahkem Mevki komutanlığı 230 topu Boğazın her iki tarafınada yerleştirmiştir. Dardanos, Erenköy, Baykuş ve Tenger civarlarında birçok sahte batarya oluşturulmuştur .

Batarların bu şekilde dizayn edilmesinin yanında kara harekatına karşıda hazırlıklar yapılıyordu.Merkezi Anadolu Yakasında bulunan 9. Tümen Gelibolu birliklerini sağ ve sol müfrezeleri adı altında,Yarbay Mustafa Kemal emrinde bulunan 19. Tümen’de çıkarmaya karşı hazır bulunmaktadır. Bataryaların yerleştirilmesinin yanında, muhtemel bir çıkarmaya karşı da hazırlıklar yapılmıştı. Karargâhı Anadolu Yakası’nda bulunan 9. Tümen’in Gelibolu’daki birlikleri sağ ve sol yanYarımada’nın dış sahillerinin savunması ise Esat Paşa komutasındaki 3. Kolordu’nun birlikleri ile 11. Tümen’in göreviydi .
17-18 Mart gecesi Akyarlar ile Kepez Körfezi arasındaki bölgeye müttefik mayın tarama gemileri yeniden mayın taraması yapmış , o gecenin sabahında da bu bölgenin temiz olduğuna dair donanmaya rapor verilmişti . Savaşın kaderini ise bu bölgeye Nusret Mayın Gemisi’nin on gün önce döktüğü, İngiliz resmî tarihinin “Elim bir talihsizlik eseri olan yirmi mayından ibaret keşfedilemeyen bu hat” diye ifade ettiği 26 mayın tayin edecekti .

Harekâtın başlangıcı olarak belirlenen 17 Marttan bir gün önce Amiral Carden’in hastalanması üzerine yerine yardımcısı Amiral De Robeck’in tayini ve yeni bir değerlendirme yapma ihtiyacı, harekâtın 18 Martta başlamasına sebep olmuştur. Harekatta kesin bir sonuç almak isteyen Müttefikler Hava koşullarının iyi olduğu18 Mart günü saat 11:30 da 1. Hattaki en kuvvetli dört gemi, Oueen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve lnflexible Boğaz’ın en dar yerindeki kalelere, 14.000 yardadan biraz fazla bir mesafeden ateş açtıktan birkaç dakika sonra 1. hattın destek gemileri Triumph ve Prince George da bu uzun mesafeden bombardımana katılacaklardı. Plan gereği daha sonra Amiral Guepratte’ın kumanda ettiği Suffren, Bouvet, Chariemagne, Gaulois, Cornvvallis ve Canopus adlı Fransız gemilerinden oluşan 2. hat ise 1. hat muharebe gemilerinin arasından geçerek, boğazı daha yakın yerden dövmeye başlayacaktı.

Bu iki genel hattın İngiliz zırhlılarından oluşan ihtiyatı, 3. hattın Vangeance, Irresistible, Albion, Ocean adındaki İngiliz gemileri, bu gemilerin ardından daha sonra Boğaz’a girerek harekâtı bitirecek ve nihayet Boğaz geçilecekti. Müttefikler, hücum için 16 büyük geminin yanında, birçok muhrip ve yardımcı gemiyi de Mondros Limanı’nda hazırlamışlardı.

Deniz Muharebe alanını görmek için 18 Mart sabahı 04:00 civarında Limni Adası’na gelen Hamilton, Mondros Limanı’nda gördüğü manzarayı “Hayatımda o kadar çok savaş gemisi ve yardımcı gemilerin bir arada toplandığını hiç görmemiştim.” diyerek tasvir etmektedir .

Türk tarafı daha etkili bir harekatı beklemekle birlikte bunun zamanlamasını tahmin edemiyordu. Böyle bir zamanda Başkomutanlık Karargâhı Hava Müşaviri görevinde bulunan Yüzbaşı Serno 17 Martta İstanbul’dan bir torpidobotla Çanakale’ye gelemiştir. Yüzbaşı Serno, Çanakkale’ye yeni gelmiş üç Alman uçağını hazırlayarak denizin berrak havanın da müsait olduğu 18 Mart sabahı hava ışımadan, Bozcaada yönünde keşif uçuşuna çıkmış, muharebe gemilerinin prova düzeninde Boğaz’a doğru harekât etmekte olduğunu, gemilerin Boğaza girmeden saatler öncesi Müstahkem Mevki Komutanlığına bildirmişti . Bu keşif, Türk Boğaz savunmasını 18 Mart sabahı bir baskından kurtarmıştır.

Ağır adımlar yaklaşan müttefik donanması Boğaza giriş yaparak. O derin sessizliğini 11:30 da triumph zırhlısının ateşi bozmuştu. Artık tarihi gün başlamış ve hiç kimse bu günün sonu tahmin edemiyordu. 1 hat devreye girerek ilk manevrayı yaptı en büyük gemi Qeen Elizabeth, Anadolu Hamidiye tabyasını bombardımana tuttu. Agememnon Rumeli Mecidiye Tabyası’nı, Lord Nelson Namazgâh Tabyası’nı, İnflexible ise Rumeli Hamidiye Tabyası’nı kendine hedef seçmiş ve bütün güçleriyle aralıksız ateş altına almışlardı . 380 milimetrelik gülleler, düştükleri yerlerde derin çukurlar açıyor, toprağın altını üstüne getiriyordu. Gemilerin, tabyaların menzilleri dışında olması, bu ateşe karşılık verilmesine imkân vermiyor, ara sıra tabyalardan askerin şevkini artırmak için ateş açılsa da hedefin çok ötesinde denize düşüp, sadece büyük bir su kütlesini metrelerce havaya kaldırıyordu. Öğleden sonra 1. hat bombardımanı Fransız gemilerinden oluşan 2. hatta bırakılmıştı. Bu zamana kadar Rumeli merkez tabyalarında büyük hasarlar meydana gelmiş, Rumeli Hamidiye Tabyası’nın iki topu, muharebe dışı kalmış, Çimenlik Tabyası’nın cephaneliği vurulmuştu. Anadolu Hamidiye Tabyası’nın kışlası da isabet almıştı.

Maalesef bu savaşta bir denklikten söz etmek mümkün değildi. Bir taraftan 380 milimetrelik toplar ve bitmek tükenmek bilmeyen binlerce cephanesi olan dünyanın en güçlü donanması, diğer tarafta eski model olan ve çapları menzili yetersiz olan bir kara topçusu Bu, donanmayla kara topçuları arasında süren bir muharebe idi. Boğaz’ın yakın çevresinde her yerden ateş ve toz bulutları yükseltmekte, Çanakkale ve Kilitbahir şehirleri, atılan mermiler nedeni ile yanmaktaydı. Devasa topların çıkardığı korkunç sesler, kulak zarının tahammül boyutlarını aşıyordu. Bu toplar 10-12 metre çapında ve 3-4 metre derinliğinde çukurlar açmaktaydı . Özellikle, Queen Elizabeth’in 380 milimetre çapındaki topları Anadolu Hamidiye Tabyası’nı şiddetle ateşe almış, Çanakkale şehri de bundan nasibini almıştı.

Savaş Şimdi Başlıyor !
Amiral De Robeck, kendince başarılı geçen harekatı öğle saatlerine kadar yeterli görmüş olacak ki, geride bekleyen 3. Hattı daha yakın mesafeden ateş etmesi için tabyalara yaklaştırmıştı. İşte savaşın kaderi bu andan itibaren değişmekteydi. Artık zırhlılar, Türk toplarının menzili içindeydi ve asıl savaş şimdi başlıyordu .
3. hattın ileri sürüldüğü esnada, geri alınmakta olan 2. hattın Fransız gemilerinden Bovuet’de, Anadolu Hamidiye tabyasından gelen isabetli bir atış ile büyük bir patlama olmuş, gemi sarsılarak yan yatmış ve alabora olarak üç dakika içinde de batmıştı . Gemi etrafına birçok muhrip ve istimbot gelse de 600’ü aşan personelinin hemen hemen hepsi sulara gömülmüştür . Olaya şahit olan Lord Nelson Zırhlısı’nda bir İngiliz teğmen Dudley ise, annesine yazdığı mektupda geminin batışının iki dakika içinde olduğunu belirtmiştir : “Saat öğleden sonra 02:00, Biz aniden Fransız gemisi Bouvet’in bir kablumbağa gibi döndüğünü (alabora) gördük. Bütün her şey iki dakika içinde oldu. Saar 14:30’da tabyalara ateşe başladık. Diye belirtmiştir.
Bu esnada Türk tarafının boğulmakta olan personelin kurtarılmasına imkân sağlamak için ateşi kesmesi üzerine, Elizabeth ve Agememnon gemileri dışında diğer gemiler de ateşlerini kesmişlerdi .

Bouvet’in batmasından sonra, saat 15.14’te, bu defa, Irresistible’ın yanında bir patlama meydana gelmiş, gemi yana yatarak bölgeyi terk etmeye çalışırken 16:15’te, makine dairesinin altından mayına çarparak su almaya başlamıştır. Ocean’a gemiyi yedeğine alması emri verilirken, Albay Dent komutasındaki Wear Muhribi gemiye yanaşmış, personel kurtarıldıktan sonra, kurtulma imkânının olmadığı anlaşılınca gemi kaderine terk edilmiştir. Denizin ortasında savunmasız kalan Irresistible, Türk topçularının beklediği anı onlara vermişti, bu gemiyi kurtarmak için görevlendirilen Ocean ise, tabyalardan gelen bombardıman üzerine başarılı olamamıştır. Gemide kalan son personeli alarak uzaklaşmıştır. Daha sonra bu gemi Türk topçusu tarafından boğazın karanlık sularına gömülmüştür .

Amiral De Robeck, donanmanın uğradığı bu saldırıya bir anlam veremezken. Elindeki raporlar, bu bölgedeki mayınların temizlendiğini gösteriyordu. Saatler 17:30’u gösterirken, donanma gemilerinin Rumeli Mecidiye Tabyası’na ateşi yoğunlaşmış, erlerin sığınakta olduğu bir zamanda istihkama isabet eden mermilerden dolayı cephaneliğin havaya uçması üzerine birçok er şehit olmuştu. Bu olay esnasında kendinden geçen, Edremit’in Çamlık Köyü’nden Mehmed Oğlu Seyyid, arkadaşı Ali ile birlikte, tek başına bir kişinin kaldırması mümkün olmayan 215 kıyye ağırlığındaki mermileri vinci bozulan topun namlusuna sürerek Ocean’ın dümen tertibâtını üçüncü mermide vurmuştur. Kontrolünü kaybeden gemi, akıntıya karşı koyamamış, Erenköyü Koyun’daki mayınlara çarparak Morto Koyu’na kadar sürüklenmiş, gece saat 22:30’da sulara gömülmüştür.

Mustafa Kemal daha sonra Conkbayırı’nı ziyâretinde Seyyid’i yanına getirtmiş uzun uzun konuşmuş, Milli Mücadele’de yaralandığında da yakından ilgilenmiş, ona iltifatlarda bulunmuştur .

Tüm bu yaşananlarda şaşkınlığını gizleyemen kişilerden biride Ashmet Bartlett’dir. Bartlett resmi ve gayri resmi kaynaklardan gelen raporlarda Muharebede herşeyin yolunda olduğu bir zamanda iki İngiliz ve bir Fransız zırhlısının batışını ve bir çok geminin de hasar görmesini “ Pek ani ve hiç de umulmadık bir zamanda inmiş” bir darbe olarak nitelemiştir . Bartlett’de mağlubiyetin sebebini ise Boğaz’ı bırakıldığını iddiâ ettiği serseri mayınlar ve özellikle seyyar bataryalara bağlamaktadır .

Günün sonunda limanlına çekilen müttefik donanmasında hayal kırıklıkları kayıplarla birlikte artmıştı. Dünyanın en güçlü donanması diye nam salmış filodan üç zırhlısını Boğaz’ın sularına bırakarak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bouvet Ocean ve Irrezistible batarak Boğaz’ın sularına gömülürken lnflexible, Golva, Suffren ve Agamemnon zırhlıları savaş dışı kalarak muharebe edemez duruma düşmüştü. Bunlara, batırılan 2 muhrip, 7 mayın gemisi ile birlikte 10 adet 30,5 santimlik top, 2 adet 27,5 santimlik top, 24 adet 15 santimlik top, 8 adet 10 santimlik top ve 800 civarındaki asker kaybı da eklendiğinde donanmanın savaş gücünü üçte bir oranında yitirdiği anlaşılmaktadır .

18 Martta alınan zafer buradaki muharebelerde yeni başlangıçlara sebeb olacaktır. Müttefiklerin boğazda ki yenilgisi onları farklı arayışlara iterken tüm Anadolu’da bu destan heyecanlara sebep olmuştur. İngiliz basınına mukabil 18 Marttaki zafer bütün yurtta büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Türk Milleti’nin kendine olan güvenini yeniden kazanmasında zaferin önemli bir etkisi olmuştur . Donanmanın mağlubiyeti ve Türk Müstahkem Mevkii’nin başarısı bütün yurtta, özellikle İstanbul’da büyük sevinçle karşılanmıştır. Zaferi takip eden günlerde İstanbul gazetelerinde zafer tebrikleri yanında Anadolu’dan gelen şenlik ve tebrik haberleri, “Taşrada Tezahürat” başlığı ile yerini almıştır. Erzurum, İskenderun Refahiye ile Antakya, Ayıntab şehirlerinde resm-i geçitler düzenlenmiş, birçok yerde şenlikler tertip edilirken, şehir sakinleri evlerine bayraklar asmış, şehir merkezleri bayraklarla donatılmıştır. Gazeteler ve dergilerde zafer ile ilgili resmî tebliğlerin yanında milletin hissiyâtına tercüman olan haber ve yazılarda batan gemilerden haber verilmekte, müttefiklerin kayıplarına rağmen Türk tarafının çok az bir kaybının olduğu belirtilmiştir. Gazetelerde cephedeki özel muhabirlerin haberleri geldikçe ayrıntılı bir şekilde yayınlanmasına devam edilmiştir .

HAVA SAVAŞLARI
 Bilindiği gibi insanoğlu değişik zamanlarda uçmayı denemiş ve bunu ilk olarak 17 Aralık 1903 tarihinde Amerika’da Wright kardeşler 12 beygir gücündeki The Flayer adlı uçakla gerçekleştirmişlerdir.İşte bu tarihten sonra gerek Amerika Birleşik Devletleri’nde, gerekse Avrupa’da uçağa ve uçuculuğa özel bir önem verilmiş ve bu alandaki çalışmalar ve gelişmeler hızla artmıştır.Yine denilebilir ki askersel amaçlı ilk uçağa 1909 yılında Amerika Birleşik Devletleri sahip olmuş, onu Fransa, İngiltere ve İtalya izlemiştir.İlk gemiden uçağın kalkması yine Amerika Birleşik Devletleri’nde 1910 yılında gerçekleştirilmiş, ilk uçak gemisine ise yine aynı devlet 1911 yılında sahip olmuştur. İlk deniz uçağını da yine Amerika 1911 yılında donanmasına katmıştır. Savaşta ilk uçak ise İtalyanlarca Trablusgarp Savaşı’nda kullanılmıştır.

Havacılık açısından Osmanlı Devleti’ne gelince, Osmanlı yetkilileri havacılığın önemini anlamışlar ve bu yüzden ilk çalışmalara 1911 yılında Mahmut Şevket Paşa’nın buyruğuyla askersel amaçlarla başlamıştır. Hatta bu amaçla İngiltere ve Fransa’ya pilot yetiştirilmek için subaylar gönderilmiş, bu devletlerden uçaklar alınmış, Yeşilköy’de bir havaalanı bile açılmış ve birtakım kurullar oluşturulmuştur. Balkan Savaşları başladığında Osmanlıda 10 tane gözetleme ve bombardıman uçağı vardır. Ancak bunları 1.Balkan Savaşında kullanamamış, 2.Balkan Savaşı’nda ise birkaç defa gözetleme yaptırtabilmiştir.

1.Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı havacılığı genelde Fransa ve İngiltere’ye dayanırken, Osmanlının yönünü Almanya’ya çevirmesiyle doğal olarak havacılıkta kaynak açısından Almanya’ya yönelmeye başlamıştır. Çünkü, İngiltere ve Fransa Osmanlının uçucularını eğitmediği gibi uçak vermemiş ve İstanbul’daki eğiticilerini de geri çekmiştir.Osmanlı savaşa girince Almanya her yönden silah, araç ve gereç vermiştir. Bu araç gereç ve donanım içinde havacılığa ait olanlar da vardır. Almanya Osmanlının istemi üzerine başta pilot olmak üzere her türlü uzman, uçak, silah, yedek parça ve bomba göndermiş ve bu alanda bilgi vermiştir.

Osmanlı 1.Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı havacılığı genelde Fransa ve İngiltere’ye dayanırken Osmanlının yönünü Almanya’ya çevirmesiyle doğal olarak havacılıkta kaynak açısından Almanya’ya yönelmeye başlamıştır. Çünkü İngiltere ve Fransa Osmanlının uçucularını eğitmediği gibi uçak vermemiş ve İstanbul’daki eğiticilerini de geri çekmiştir.Osmanlı savaşa girince Almanya her yönden silah, araç, gereç vermiştir. Bu araç gereç ve donanım içinde havacılığa ait olanlar da vardır. Almanya Osmanlının istemi üzerine başta pilot olmak üzere her türlü uzman, uçak, silah, yedek parça ve bomba göndermiş ve bu alanda bilgi vermiştir.

Osmanlı 1.Dünya Savaşına girdiğinde elinde dört tane sağlam uçağı vardır.
Böyle bir giriş yaptıktan sonra artık konunun özüne geçebiliriz.
Bilindiği gibi Osmanlı savaşa girdiğinde birkaç cephesi vardır. Ancak en önemlisi buradaki Çanakkale Cephesidir. Adeta savaşın can damarıdır. Çünkü burada boğaz vardır. Eğer boğaz geçilebilirse Anlaşma Devletleri ile Rusya birleşecek Trakya’dan Almanya sarılacak Balkan Devletleri İngiltere’nin yanında yer alacak ve en önemlisi de Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılacaktı. Böyle çok önemli bir sonucu her iki tarafta bildiği için, olanca güçlerini buraya yığmışlardır. Bu güçler içinde hava gücü de vardır.

Çanakkale Savaşı başlamadan önce Osmanlının burada 3 Ağustos 1914’te gönderilen ve bozuldukları için geri çağrılan deniz uçakları vardır.Çıkartmadan önce ise Nieport markalı bir deniz uçağı bulunmaktadır. Bu uçakla Fazıl Bey ilk gözetlemeyi 5 Eylül 1914 tarihinde yapmıştır. Bunu daha sonra 10 Eylül, 2 Ekim ve 14-19 Ekim 1914 tarihlerindekiler izlemiştir. Ancak Almanya Erich Serno adında bir teğmeni buraya gönderince işler değişmiş ve havacılık yeni bir döneme girmiştir. Serno ile birlikte üç tane daha Alman uçağı verilmiştir. Fakat çıkartmadan önce Çanakkale’ye yalnızca biri gelebilmiştir. Yani 18 Mart çıkartmasından bir gün önce burada Osmanlının iki deniz uçağı vardır.
Çanakkale cephesinde havacılığı iyi anlayabilmek için her şeyden önce iki yanın hava güçlerini bilmek gerekir. Bu savaşta Osmanlının hava gücü şöyledir: Savaş başlamadan önce Osmanlının Müstahkem Mevkii Komutanlığı’na bağlı olarak sefer kuruluşunda kağıt üzerinde de olsa hava birlikleri vardır. Bunlar daha sonra işlerliğe kavuşmuş ve bölük düzeyine kadar yükseltilmişlerdir.
Çanakkale’de Osmanlının 1.Bölük, 6.Bölük ve 3.Deniz Tayyare Bölüğü olmak üzere toplam üç tane birliği vardır. Ancak savaşın son iki yılında Uzunköprü’deki 15.Hava Bölüğü ve tümden Almanlardan oluşan Fokker Bölüğü de etkin olmaya başlamıştır. Böylece bu cephede toplam beş tane hava birliği oluşturulmuştur.
Yani bunlardan
1.Uçak Bölüğü Gelibolu’daki Galata’da
6.Uçak Bölüğü Erenköy’de ve Nara’da
3.Deniz Uçak Bölüğü Nara ve Köseburun’da
Fokker Bölüğü Gelibolu’daki Galata’da
15.Hava Bölüğü Uzunköprü’de görev yapmaktadırlar.Uçakların inip kalkması, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi ve uçakların savaş için donanımlarını sağlayabilmesi için havaalanlarının da olması gerekir. Osmanlının bu cephede saptayabildiğimiz kadarıyla aşağıdaki havaalanları vardır.Galata Havaalanı: Adı üzerinde Galata Köyü yakınlarındadır. Bir dere içindedir. Kara hava uçakları içindir. Osmanlı Ordusunun, yani Limon Von Sanders Paşa’nın karargahının havadan korunması için Temmuz 1915’te buraya yapılmıştır.

Nara Havaalanı: Nara’dadır. Deniz uçakları için yapılmıştır. Aslında burada tek üst değil iki tanedir. Biri de Köse Burnu’ndadır. Çanakkale Havaalanı: Bu ad altında iki yerde havaalanı bulunmaktadır. Biri bugünkü İntepe dolaylarındadır. Ancak 5 Temmuz 1915 tarihindeki bombalamayla iki uçağın kullanılamaz duruma gelmesi sonucu kullanımdan kaldırılmıştır. İkinci havaalanı ise bugünkü Çanakkale Havaalanının yakınlarında bir yerdedir.

Uzunköprü Havaalanı: Bu da özellikle son iki yılda cephede çok etkin olmuştur. Hatta Çanakkale’nin bazı uçaklarını buraya tahsis etmişlerdir. Buradan kalkan uçaklar özellikle Saroz Körfezi ve Bulgar-Yunan sınırında görev yapmış İmroz ve Limni Adasından İstanbul’a giden uçaklarla sık sık karşılaşmışlardır.

Çanakkale’de bunların dışında kara hava uçakları için birkaç küçük havaalanı ve pistin olma olasılığı daha vardır. Bunlar cephe içinde doğrudan ve etkin bir biçimde görev yapan havaalanlarıdır. Bunların dışında Yeşilköy, İzmir, Dedeağaç, Edirne, Tekirdağ ve Marmara Adasındaki Kutali Havaalanı ve pistlerinden de yararlanılmıştır.

Uçakların olduğu yerde uçaksavarların ve birliklerinin de olması gerekir. Bunlar o günkü deyimle Tayyare Topçularıdır. Bataryalar biçiminde düzenlenmişlerdir. Osmanlının cephede ara sıra yerleri değişmekle birlikte şuralarda uçaksavar birlikleri vardır:

3.Ağır Topçu Alayı Çimenlik Tabyasının 1.Ağır Topçu Taburunun Hamidiye Tabyasına bağlı takım
4.Ağır Topçu Alayı Kilitbahirdeki Namazgah Tabyasına bağlı Havuzlarda ve Baykuşta görevlendirme.

5.Ağır Topçu Alayı Kumkaledeki Orhaniye ve Ertuğrul Tabyasında görevlendirme. Uçaksavar bataryalarının kullandığı değişik silahlar olmakla birlikte asıl ve etkin olan silahları 37mm.lik toplardır. Bunlara da Tayyare Topları denir. Bu topların sayıları değişmekle birlikte bağlı oldukları birlikler şunlardır.
3.Ağır Topçu Alayı: 2 Adet 37 mm.lik Top
4.Ağır Topçu Alayı 6 Adet 37 mm.lik Top
5.Ağır Topçu Alayı 4 Adet 37mm.lik Top

Havacılıktaki güçler açısından bakıldığında Anlaşma Devletlerinin güçleri de şöyledir; Başlangıçta bu cephe İngiliz Doğu Seferi Kuvvet Komutanlığı’na bağlıdır. Fransızlarınsa Bozcaada’da 98.uçak bölüğü ve 20 uçağı bulunmaktadır. Bunlara ek olarak İngilizler buraya uçak getirmişler ve burada ortak bir birlik oluşturmuşlardır. Bunların yanı sıra yöreye Ben My Chree ve Ark Royal adlı uçak gemilerini de getirmişlerdir. Başlangıçta Bozcaada da olan İngiliz-Fransız karma birlikleri İngilizlerin Haziran 1915’te kendi birliklerini Çanakkale İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlanması ve bunları İmroz Adası’ndaki Kefali Limanı yakınlarına taşıması sonucu güçler ikiye ayrılmıştır. Bu birlikler daha sonra yani Selanik çıkartmasından sonra görev alanlarının genişlemesiyle ağırlıklarını Limni Adasına vermişlerdir.

Çanakkale Cephesinde Anlaşma Devletlerinin dördü sabit ikisi de gezginci olmak üzere toplam 6 tane havaalanı vardır.Bunlar şunlardır;
Bozcaada Havaalanı: Önce karmadır. 16 uçaklıktır. Fakat Haziran 1915’ten sonra tümden

Fransızlarındır.
Seddülbahir Havaalanı: Adı üzerinde Seddülbahirde olup 4 uçaklıktır. Ancak burası 15 Haziran 1915 tarihinde Kumkale ve Alçıtepe’den topçu bombalaması, Osmanlı uçaklarının baskını ve çok esintili olması yüzünden havaalanı olmaktan çıkarılmış, olağanüstü durumlarda kullanılmıştır.İmroz Havaalanı: Gökçeada’dadır. Bu da Haziran 1915’ten sonra tümden İngilizlerindir.Limni Havaalanı: Adı üzerinde Limni adasındadır. Bu havaalanı anlaşma devletlerinin Çanakkale’den çekildikten sonra etkin olmuştur. Çünkü bunların görev alanı genişlemiştir. Yani Sırbistan Almanya tarafından işgal edilince ve Bulgaristan’ın Bağlaşma devletlerine katılmasıyla bu havaalanı İstanbul’dan Sırbistan’a kadar olan yerleri gözetlemek ve denetlemek amacıyla güçlendirilmiştir.

Ben My Chere Uçak Gemisi: Gezginci havaalanıdır. Toplam 5 uçak taşımaktadır. Ark Royal Uçak Gemisi: Bu da gezginci bir havaalanıdır. 8 uçak taşımaktadır. Bu son iki havaalanı veya uçak gemisi gezginci olduğu için Midilli Adası, Limni Adası ve Saroz Körfezi arasında görev yapmıştır. Osmanlıda uçaksavar bataryalarının olmasına karşın Anlaşma Devletlerinin bu tür birliklerinin olup olmadığını saptayamadım. Ancak Osmanlı uçaklarına yerden ve denizden top, tüfek ve makineli tüfek atışlarının yapıldığını biliyoruz. Ayrıca gerek İngiltere’nin gerekse Fransa’nın Avrupa’daki cephelerinde yeni tip Anti Aircraft denilen çift ve üç namlulu uçaksavarları vardır. Fakat bunları bu cephede kullandıklarını da saptayamadık.

Peki! Osmanlı uçakları hangi etkinliklerde bulunmuşlardır? Osmanlı uçakları Anlaşma Devletleri’nin ordusunu, askerlerini, topçularını, mevzilerini, savaş ve ulaştırma gemilerini, balonlarını, denizaltılarını, havaalanlarını ve bazı köprüleri bombalamışlardır. Bunların yanı sıra gözetlemeler yapmışlar, hava fotoğrafları çekmişler, propaganda amacıyla bildiriler atmışlar, mayın ve ağ taramışlar, İstanbul’dan gelen ulaştırma gemileri konvoylarına eşlik etmişler ve karşı tarafın uçaklarıyla hem çarpışmışlar hem de it dalaşında bulunmuşlardır.Burada hemen şunu da anımsatmakta yarar vardır; Çanakkale Savaşları dendiğinde hep çıkartma ve çekilme süreci düşünülür. Bu kara savaşları açısından doğrudur. Ancak bu süreç hava savaşları açısından geçersizdir. Çünkü hava savaşları Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan birkaç gün öncesine kadar sürmüştür. Dolayısıyla bu sunumumda 4 yıllık bir hava savaşı sürecinde hava etkinliklerinin tümünü anlatmak olanaksızdır. Ancak bunların önemli olanlarına yer verilecektir.Bunlardan gözetleme uçuşlarına örnek verecek olursak, bunların savaş boyunca sürekli yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat en ilginç olanı Yzb. Serno ve ekibinin 18 Mart 1915’teki çıkartmayı önceden haber verebilmesidir. Serno 17 Martta İstanbul’dan gelmiş ve 17-18 Mart gecesi arkadaşlarıyla birlikte bir gözetleme uçuşu yaparak, Anlaşma Devletlerinin donanmasının boğaza doğru ilerlediğini görerek geri dönmüş ve cephe komutanına 3 saat gibi önceden haber vererek gerekli önlemlerin alınmasına yardımcı olmuştur. Yine bu salonda iki yıl önce tartışılan Anlaşma Devletlerinin çekilmeden haberi var mıydı, yok muydu konulu bir bildiri sunulmuş ve sonuçta belge var mı yok mu tartışmasına gelinmişti. İşte bu gözetlemeler sonucu Hava Bölük Komutanı Alman Yzb. Körner geri çekilişi günü gününe saptamış ve yetkililere bildirmiştir.

Peki, gözetleme biçimi nasıldır?
Gözetleme biçimi şöyledir: Ölçüm ve gözlem için uygun donanımlı olan gözetleme uçaklarıyla pilot ve yardımcısı (gözcü veya rasıt) uçtuklarında gözlem yapar ve bu bilgileri harita üzerine işaretler ve gerekli bilgileri defterine not alır daha sonra bunları gerekli yerlere sunar.

Havacıların yaptığı bir başka görev de fotoğraf çekmeleridir. Bunlar 3000 metreye kadar fotoğraf lar çekebilmektedirler. Ancak elimizde en yüksek 1200 metreden çekilmiş fotoğraf vardır. Fotoğrafları daha çok Alman Yzb. Körner çekmiştir. Hatta birkaç gün içinde 300-400 metreden 200 kadar fotoğrafı çekmiştir. Daha sonra bu fotoğraflar üzerinde çalışmalar yapılarak haritalar yapılıyor ve topçuların kullanımına sunuluyor.

Havacıların bir başka etkinliği de havaalanlarını bombalamalarıdır. Örneğin 27 Eylül 1915 ve 3-4 Eylül 1917 tarihlerinde İmroz Havaalanı 18 Nisan ve 15 Haziran 1915 tarihlerinde Bozcaada havaalanı bombalanmış, yine 17 ve 20 Haziran 1915 tarihinde uçakların bilgi vermesi sonucu Seddülbahir Havaalanı Kumkale ve Alçıtepe yöresindeki topçuların atışıyla kapattırılmıştır. Ayrıca değişik tarihlerde Limni Havaalanı da bombalanmıştır. Bunların sonucunda havaalanları, uçaklar,hangarlar ve donanım zarar görmüştür.

Çok önemli bir bombalama olayı da İngiliz Başkomutanı Karargahı olan General Sir İan Hamilton’un yatının bombalanmasıdır. 18 Temmuz 1915 tarihinde saldırılmış, 2 adet 25 kg.lık ve 3 adet 10 kg.lık Alman bombaları atılmasına karşın vurulamamıştır. Bombalar yatın yakınına düştüğü için bir zarar verdirilememiştir. Fakat bu durum Çanakkale Cephesi’ndeki Osmanlı Askerlerine moral vermiştir.
Osmanlı havacıları köprüleri de bombalamışlardır. Ancak bunu cepheyi yitirmelerine başladıklarında, düşman ilerlemesini önlemek amacıyla Mondros’a yakın zamanlarda yapmışlardır. Örneğin Ekim 1918’de Gümülcine- Kösemescit ve İskeçe-Narlıköy köprüleri bombalanmıştır.

Osmanlı uçakları propaganda savaşımına da katılmıştır. Örneğin 27 Mayıs 1915 tarihinde Fransız sömürgelerinden getirilen askerlere bildiriler atmıştır. Yine Avustralya ve Yeni Zelandalılara 25 Nisan 1915 tarihinde İstanbul’dan gelen bir uçak Arıburnu’nda İngilizce 300 kadar bildiri atmıştır.
Havacılar denizaltılara karşı da etkin olarak kullanılmışlardır. Özellikle Marmara Denizi’ndeki görevi üstlenmişler ve 6 Ağustos 1915 tarihinde saptadıkları bir İngiliz denizaltısını bombalayarak batırmışlardır. Yine Ağustos 1915’te İstanbul dan gelen deniz konvoylarını havadan ve denizden korumuşlardır. Osmanlı Uçakları balonlara karşı da görev yapmıştır. Ancak buna daha sonra değineceğiz.

Acaba Osmanlı havacıları sivil yerleri bombalamış mıdır?
Osmanlı havacıları sivil yerleri vurmamıştır. Çünkü çevrede vurulacak sivil yerleşim birimleri yoktur. Bunun yanı sıra it dalaşı, bombalama ve önleme uçuşunun sayısızca örnekleri vardır. Antlaşma devletlerinin etkinliklerine gelince, bunların hava yönünden etkinlik alanı ve görev çeşitliliği Osmanlıya göre daha çoktur. Örneğin bunlar Osmanlı Askerlerini, topçusunu, mevzilerini, savaş ve ulaştırma gemilerini, köprülerini, demiryollarını, askersel tesisleri, havaalanlarını vurmuşlar, çıkartmada ve geri çekilmede yoğun bir şekilde destek sağlamışlar, gözetlemelerde bulunmuşlar, propaganda etkinliğine katılmışlar, Nara’daki denizaltı ağlarıyla mayınların yerlerine saldırarak kendilerinin Marmara’ya geçişini kolaylaştırmaya, tam karşıtı olarak da Osmanlının Marmara’daki deniz ulaşımını engellemeye çalışmışlardır. Bunun yanı sıra yerleşim alanlarını da vurmuşlardır.Bunları örnekleyecek olursak şöyledir; Örneğin 18 Mart 1915 ve 25 Nisan 1915 tarihlerindeki çıkartmalarda Kumkale’de Fransızların uçakları görev almış, boğazın Avrupa yakasında ise İngiliz uçakları kullanılmıştır.

Anlaşma Devletleri uçakları İstanbul’dan Çanakkale cephesine yiyecek, içecek, asker ve donanım getiren Marmara’daki ulaşım gemilerine de saldırmış ve bazı gemileri de batırmıştır. Yine aynı donanımı Uzunköprü’ye kadar getiren demiryollarını ve istasyonlarını da 9,12 ve 27 Haziran 1918 tarihlerinde bombalamışlardır. Ayrıca bunlar yaptıkları uçuşlarla Marmara’daki denizaltılarla telgraf bağlantıları da kurarak onlara gerekli bilgileri sağlamışlardır.

Anlaşma devletlerinin uçakları da propagandaya katılmıştır. Örneğin 23 Ağustos ve 29 Mayıs 1915 tarihlerinde bildiriler atmışlardır. Yine bunlar Nara’daki denizaltı ağlarına da saldırmışlar ve mayın taramışlardır. Ancak mayın taramada biraz başarısızdırlar. Çünkü 18 Mart çıkartmasında çok zarar verdikleri düşünülürse, iyi gözlem yapamadıkları ortaya çıkacaktır.
Antlaşma Devletleri havacılarının en çok zarar verdirdikleri bir görev de topçu atışlarını düzelttirmeleridir. Bunu birçok defa yapmışlardır.

Yine başarılı oldukları bir alan da geri çekilmede verdikleri destektir. Bu destek gözetleme biçiminde olduğu gibi yoğun bir saldırı ile Osmanlı uçaklarının gözetlemelini önlemek biçiminde olmuştur. Özellikle bunu 19-20 Aralık 1915’teki Arıburnu çekilmesi sırasında başarıyla uygulayabilmişlerdir. Ayrıca Çanakkale cephesi gerisine ve Marmara içlerine sık sık saldırarak Osmanlı yetkililerinin gözünün ve uçaklarının buraya çevrilmesini sağlamışlardır. Yani asıl cepheyi rahatlatmışlardır.
Anlaşma devletleri uçakları İstanbul’u da yoğun bir biçimde bombalamışlardır. Özellikle Yavuz’un Çanakkale Boğazından çıkarak Antlaşma Devletleri’nin üstlerini bombalayacağı düşüncesiyle İstanbul’daki Yavuzu batırmak için bu saldırılara başlamışlar, daha sonra da korku salarak İstanbul’daki yetkililerin ve halkın moralini bozmak için sürdürmüşlerdir. Bu yüzden İstanbul’u bombalayan uçaklar İmroz ve Limni havaalanlarından kalkmış, Şarköy yönünden İstanbul’a ulaşmışlardır. Örneğin 12 Nisan 1916’da İmroz’dan kalkan iki uçak Zeytinburnu Silah Fabrikası ile Yeşilköy uçak hangarlarını vurmuştur.

9-10 Temmuz 1917’de iki farman uçağıyla da Harbiye Nezareti avlusuna Bayezit alanına Yavuz Numuneihamiyet ve Yadigar gemisine bomba bırakılıp Yadigar gemisinin batmasına neden olmuştur. Yine antlaşma devletleri uçakları Temmuz 1917 ile Eylül 1917 arasında bazen 4-6 uçaklık kollarla İstanbul’daki Zeytinburnu Fabrikası’nı, Haydarpaşa İstasyonu’nu, Selimiye ve Davutpaşa Kışlası’nı, Haliç’i, Gülhane Parkı’nı, Hasköy Askeri Tesislerini, Yeşilköy Havaalanı’nı, İstanbul Elektrik Fabrikasını, Galata Köprüsü’nü ve Galata’daki balon birliğini bombalamışlardır. Tüm bunların sonucu Başkomutanlık İstanbul’u havadan savunmak için kademeli bir savunma tasarımı hazırlamıştır.

Önemli bir hava savaşı da İmroz Adasının baskını sırasında Midilli Kravözürü’nün battığı olay sırasında olmuştur. İmroz Kafelo’daki İngiliz deniz ve hava üstlerini vurmak için yapılmış olan bu saldırı şöyle gerçekleşmiştir.; 20 Ocak 1918 günü Yavuz ve Midilli kravözürleri, Numune-i Hamiyet, Muaveneti Milliye, Basra ve Samsun muhriplerinden oluşan bir filo baskın düzenlemiştir. Buna iki yanın uçakları da katılmıştır. Burada Midilli kravözürü Kafelo’daki hava alanının yakıt depolarını tahrip etmiştir. Hatta Midili’nin mayınlara çarpmasının nedenlerinden biri hava akınlarından korunmak için yaptığı manevralar olarak gösterilmiştir. Yaralandıktan sonra da İmroz’dan kalkan uçaklar Midilli’yi havadan vurmuşlardır. Ayrıca yaralı olan Yavuz’a da 8-10 uçakla saldırmışlar, fakat vuramamışlardır. Bu sırada Osmanlı uçakları da karşı saldırıya geçerek 2 İngiliz uçağını düşürmüştür. Bu sırada mayından dolayı yaralı olan Yavuz Nara’ya kadar gelerek karaya oturmuştur. İşte burada tam bir hava savaşı yaşanmıştır. Çünkü İngilizler Yavuzu batırmak için olanca gücünü ortaya koyarak saldırmışlar, buna karşın da Osmanlılar kurtarmak için savunma yapmışlardır. Osmanlı yetkilileri durumun ciddiliğini gördüklerinde buraya uçaksavar toplarını da çekmişlerdir.

 Beş gün beş gece süren hava saldırıları sırasında kurtarma işlerine ara bile verilmiştir. Anlaşma Devletleri uçakları bu beş günlük sürede 276 sorti denilen çıkış yapmış ve toplam 14-15 ton eden 180 dolayında bomba yağdırmışlardır. Bu bombalardan iki tanesi isabet etmiş ve az zarar vermiştir. Hatta aynı anda 14 uçak saldırmıştır. 26 Ocak 1918 tarihinde Yavuz’un yüzdürülmesi ve İstanbul’a gönderilmesiyle olay Osmanlılar için başarı, karşı taraf içinse başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu İmroz baskını olayında İngilizlerin toplam 4 uçağı düşürülmüştür.Bu cephede ilkler de vardır. İlk torpidonun bu cephede kullanıldığı varsayılmaktadır. Örneğin, 12 Ağustos 1915’te Ben My Chree uçak gemisinden kalkan uçaklar Mahmut Şevket Paşa Vapuru’na torpido atmıştır. Yine Osmanlıların ilk savaş uçağını bu cephede düşürdüğü bilinmektedir.

Peki, Anlaşma Devletleri uçakları sivil yerleri bombalamış mıdır? Bombalamıştır. Paydos, Gelibolu, Lâpseki, Çanakkale, İstanbul ve Uzunköprü bunlar arasındadır. Örneğin Maydos veya bugünkü adıyla Eceabat’a 3 İngiliz uçağı 23 Nisan 1915 tarihinde saldırmış ve 5 siville 5 askerin ölümüne, pek çok kişinin de yaralanmasına neden olmuştur. Hatta ölenler içinde birçok Rum ve Maydos’un din adamı olan Metropolitte bulunmaktadır. Yine 5 Ocak 1917 tarihinde 5 uçaklık, 3 Temmuz 1917 tarihinde de 8 uçaklık bir filo ile ve 10 Temmuz 1917’de Çanakkale’yi bombalamışlardır. 19 ve 23 Mayıs 1916 tarihlerinde de yine 8 uçakla vurarak 70 kadar bomba bırakmışlardır. 3 Ocak 1917 tarihinde Lapseki’yi vurmuşlardır. 9,12 ve 27 Haziran 1918 tarihlerinde ise Uzunköprü istasyonu bombalanmış ve personelden 9 kişi ölmüştür. Biraz önce değindiğim gibi İstanbul’un birkaç yerleşim yeri de bombalanmıştır. Burada şunu da belirtmekte yarar vardır; Anlaşma Devletleri uçakları İstanbul ve Uzunköprü’deki yerleri bilinçli olarak değil, fakat Maydos, Gelibolu, Lapseki ve Çanakkale’yi bilinçli olarak adeta cephedeki zararlarının öcünü almak için yapmıştır.
İngiliz ve Fransızların bombaladığı bir yer de havaalanlarıdır.

Onlar da tıpkı Osmanlılar gibi karşı tarafı bu yönde etkisizleştirebilmek için sık sık havaalanlarına saldırmışlardır. Örneğin 5 Temmuz 1915 tarihinde 10 uçakla ve 2 Ağustos 1915’te de Çanakkale veya Erenköy havaalanına saldırmışlardır. Hatta bazı saldırılarda gizlemeler yapılmasına karşın yine de uçaklara zararlar verdirtmişlerdir. Bu yüzden de değişik nedenlerden dolayı Erenköy havaalanı kullanımdan kaldırılmıştır. Nara Havaalanı ise çok sık bombalanmıştır. Bunu uçaklar yaptığı gibi bazen de yöre aşırtma toplarıyla bombalanmıştır. Galata havaalanı da çok sık vurulmuştur. Örneğin 19 ve 25 Aralık 1915, 3 Ocak 1916 tarihlerinde bombalanmış ve zararlar verdirilmiştir. Yine burada da şunu belirtmekte yarar vardır; Havaalanı bombalamak adeta kan davasına dönüşmüştür. Adeta öç almak gibidir. Biri sabah bombalarsa öteki akşamüzeri, diğeri bugün bombalarsa, öteki de hemen ertesi günü bombalamıştır. Yani birbirlerine şu iletiyi vermek istemişlerdir: bu alanda senin gücün varsa, benim de vardır. Sen bunu yaparsan, ben de bunu yaparım, bilmiş ol… gibi.

İngilizlerin bombaladığı önemli yerler arasında hastaneler de vardır. Örneğin 1 Mayıs 1915 tarihinde Maydos Hastanesini, 26 Temmuz 1915’te Celil Paşa Hastanesini, 4 Ağustos 1915’te Ezine Hastanesi’ni, 5 Ağustos 1915’te Ağıldere’deki hastaneleri, 9 Ağustos 1915’te Galata Köyü’ndeki hastaneleri, 13 Ağustos 1915’te Arıburnu’ndaki hastaneleri ve Aralık 1915 başında Reşit Paşa hastane gemisini bombalamışlardır. Burada çok sayıda insanın ölmesine ve yaralanmasına neden olmuşlardır. İşin ilginç yanı hastanede ölenler arasında Osmanlıların baktıkları İngiliz ve Fransız askerleri de vardır.

Anlaşma devletlerinin hava etkinliklerinden biri de hava fotoğrafçılığıdır. Onlar da Osmanlılar gibi fotoğraflar çekerek bunlardan yararlanmışlardır.Son olarak havacılığın bir kolu olan balonlardan ve balonculuktan da söz edeceğim. Balonculuk açısından Osmanlıya baktığımızda şunu görüyoruz; Osmanlıda Balkan Savaşları sırasında bir sabit balon vardır. Ancak bu balon çalıştırıcıları olmadığı için kullanılamamıştır. 1.Dünya Savaşı içinde ise Almanlar 4-5 sabit balon vermişlerdir. Bunlardan bir tanesi Çanakkale Cephesi’ne gönderilmiştir. Ancak bunun kullanılıp kullanılmadığına ait bir bilgi saptayamadık.

Anlaşma Devletlerinin balonculuğuna gelince, bunların bu cephede Manika, Canning ve Hektor adında üç balonları vardır. Bu devletler yörenin engebeli olması yüzünden sağlıklı atışlar yapamayınca balon istemişler ve bu balonlar gönderilmiştir.Balonlar şöyle çalıştırılmaktadır. İpleri ve telefon kabloları yerdeki askerlerde olan balonlar 200 metreye kadar çıkartılıyor ve içindeki gözcüler gördüklerini telefonla ve telsizle yerdeki yetkililere bildiriyorlar. Özellikle 25 Nisan 1915 tarihindeki çıkartmada gözlemler sonucu topçu atışlarına Manika adlı balon çok isabet yaptırmış ve Osmanlı Askerlerine çok yitik verdirmişlerdir. Bunun üzerine 5.Ordu Komutanı 30 Nisan 1915 tarihinde Başkomutanlık karargahına başvurmuş ve önlem alınmasını istemiştir. O da uçaklarla saldırılmasını önermiştir. Osmanlı havacıları bu balonlara top ve uçaklarla 26 Nisan, 23 Ağustos, 18 ve 27 Eylül 1915 tarihlerinde saldırmışlar ancak iyi korundukları için etkili olamamışlardır. Yapılan yalnızca şudur; bu balonlar ya açığa denize çekilmiş ya da geçici olarak yere indirilerek görevine ara verdirmişlerdir.

Bu balonlar kendi devletlerinin Marmara içindeki denizaltıları ile de telsiz bağlantılarını sağladıkları gibi geri çekilmede de önemli görevler üstlenmişlerdir.Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir; havacılık açısından hangi yan daha başarılıdır? İki yan da başarılıdır. Ancak Anlaşma Devletleri daha başarılıdır. Çünkü onların kullandıkları uçak sayısı çoktur. Mayıs 1915’te 30 uçak varken bu sayı Ağustos 1915’te 70’e ulaşmıştır. Oysa Osmanlıda çok daha azdır. Yine Alman Gotha uçaklarının motor gücü 100,150 ve Albatros-C uçakları 160 beygir gücünde saatte 100-125 km. hız yaparken İngilizlerin 275 beygir gücünde Rolls Royce çift motorlu Handey Page uzun menzilli uçakları vardır. Hatta İstanbul’u Limni Adasından vurabilmektedirler. Yine Osmanlı uçakları silah olarak çivi, tabanca, karabina tüfeği, bomba, el bombası ve makineli tüfek kullanırken Anlaşma Devletlerinin uçakları ise çift makineli tüfekler kullanmaktadır.

Bu cephede düşürülen ve düşen uçak sayısına gelince üzülerek söyleyebilirim ki bu konuda kesin bir sayı vermek olanaksızdır. Ancak şöyle bir genelleme yapılabilir; Anlaşma Devletlerinin yitirdiği uçak sayısı Osmanlıya göre birkaç kat daha çoktur. Sonuç olarak denilebilir ki havacılık açısından her iki yan da canla başla savaşmıştır. İki yan da çok uçak yitirmemek için olabildiğince uçaklarını doğrudan karşı karşıya getirmemeye çalışmış ve biri saldırırsa öteki kaçmıştır. Zorunlu olmadıkça ve biri birini tepelemekte kuşkusu olduğunda yüz yüze gelmemeye çalışmışlardır.

Bu hava savaşında her iki yan da olanca gücüyle çarpışmasına ve her iki yanın da başarılı olmasına karşın değişik nedenlerden dolayı Anlaşma Devletleri daha etkindir. Anlaşma devletleri içinde ise İngilizler öndedir. Fransızlar havacılık açısından bu cephede adeta gölgede kalmıştır.Yine bu cephede tüm yokluklar olanaksızlıklar ve deneyimsizlikler göz önüne alındığında Osmanlı havacıları da çok başarılıdır. Hatta 8 uçak düşüren Alman Yzb. Bodeckke 1916 yılında Başkomutanlık Vekaletince Altın İmtiyaz Madalyası, kendi devleti olan Almanya tarafınca da Almanların en büyük madalyası olan “Orden Pour Le Merite” onur madalyası verilmiştir. Yine denilebilir ki Osmanlının kendi yerli havacıları bu savaşlarda deneyimler kazanmışlar ve burada kara savaşları bittikten sonra öteki cephelere atanmışlardır. Yani bunlar Çanakkale Cephesinde edindikleri deneyimleri ve bilgi birikimlerini öteki cephelere aktarmışlardır. Bu cepheden gidenlerin çoğunluğu daha sonra genelde yönetici konumuna gelmişlerdir. Yani denilebilir ki Osmanlı havacılığının da gelişmesine bu cephedeki havacıların katkısı ağırlıklıdır. Bu cephede uçaklar olduğu gibi uçaksavarlar da iyi savunma yapmışlardır. Balonlar da savaşın sonuna kadar başarıyla görevlerini sürdürmüştür.
Kısacası bu cephenin kazanılmasında Alman ve Osmanlı havacılarının ve bu destanın yazılmasında İngiliz ve Fransız havacılarının azımsanmayacak katkıları vardır.

ÇANAKKALE CEPHESİ
İtilaf Kuvvetleri Çanakkale Boğazı’na yönelik girişimi, 1914’te savaş başladığı günlerde düşünülmüştür. Osmanlı savaşa girdikten sonra Boğazlar yeniden gündeme gelmiştir. Rusya kendisine yardım için Ocak 1915’te İngiltere’ye başvurmuştur. Bu öneri ilgi görmüş, İngiltere Deniz Bakanı Winston Churcill bir Çanakkale planı hazırlamıştır. Bu plana göre; Rusya’ya yardım edilecek, kurulacak olan bağlantı ile Batı cepheleri rahatlatılacak, Boğazlar ve İstanbul alınacak, Osmanlı saf dışı edilecektir.

Çanakkale Cephesi’nin Açılmasının Gerçek Nedenleri
(1) İstanbul’u işgal ederek Osmanlı’nın yıkılmasını sağlamak, savaş dışı bırakmak.
(2) Osmanlı’nın savaştan çekilmesiyle Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı güneyden kuşatmak, Alman bloğunu tek başına orta Avrupa’da sıkıştırıp tecrit etmek.
(3) İngiltere ve Fransa, Rusya’ya vereceklerini bildirdikleri Boğazlar Bölgesi’ni Rusya’dan önce ele geçirip barış masasına kuvvetli oturmak.
(4) Osmanlı’yı barış yapmak zorunda bırakıp Süveyş Kanalı ve Hindistan yolu üzerindeki Türk tehlikesini ve açılmış olan bütün cepheleri ortadan kaldırmak.
Çanakkale Cephesinin Açılmasının Diğer Nedenleri
(1) Kafkaslar’a doğru girişilen Türk taaruzlarının hafifletilmesi için Ruslar’a yardım isteği.
(2) Rus kaynaklarından yararlanmak, ekonomisini düzeltmek. Bunun için gerekli yardımın Rusya’ya ulaştırılması için çareler aranıyordu.
    (a) Batlık Deniz Yolu: Almanlar’ın kontrolünde.
    (b) Kuzey Kutup Deniz Yolu: Yılın 9-10 ayı buzlarla kaplı.
    (c) Avrupa Üzerinden Rusya’ya Ulaşmak: Almanlar bu hattı tamamen kapatmıştı.
    (d) Londra’yı Odessa’ya Bağlayan Yol: Çanakkale ve İstanbul Boğazları yolu olarak görülmekteydi. Bu sebeple    Boğazlar’ı zorla açmak, Rusya’ya yardımları ulaştırmak için tercih edilmeliydi.
(3) Bulgaristan gibi harbe girmeye kararsız devletleri kendi saflarına çekmek.
(4) Marmara çevresi ve Trakya’daki Türk sığınağının Süveyş Kanalı ve Mısır üzerine kaydırılmasını önlemek, Balkanlar istikametinde muhtemel ileri hareketlerden alıkoymak.
(5) İslam alemine karşı hilafetin prestij ve otoritesini kırmak.
(6) Manş Denizi’ndeki savaşlara karşı bıkkınlık duyan İngiliz halkına yeni bir cephede parlak başarılar göstermek.