Kaybolmaya yüz tutmuş Rum ve Türk yemekleri Mezedaki’de hayat buldu
Türk ve Rum Mutfağının eşsiz lezzetlerinin keşfini süren Meri Çevik Simyonidis, kaybolmaya yüz tutmuş meze ve yemekleri Mezedaki adını verdiği Restoranla yaşatmaya çalışıyor. Bebek’te 2 masalı küçük bir dükkân ile lezzet serüvenine başlayan Mezedaki, 100’e yakın yemek ve meze çeşidiyle Maslak’taki Kültür ve Sanat Merkezi “Unique İstanbul’a taşındı. 1970’lerde İstanbul’da Rumlara ait bine yakın işletme olduğunu bugün ise pek çoğunun kapandığını anlatan Simyonidis, “İstanbul’da yaşayan binlerce Rum bu şehrin yeme içme eğlence kültürüne damgasını vurmuştu. Şu anda ise tüm lezzetler kaybolmaya yüz tutmuş durumda. 6 yıl boyunca bu lezzetlerin keşfini sürdüm. Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan bir dönemin en meşhur yemek, meze ve tatlılarını yapan Rum lokantalarının sahipleriyle ve varisleriyle görüştüm. Tüm yemek ve mezelerin inceliklerini öğrendim. Bu lezzetleri yaşatabilmek adına Mezedaki’yi kurdum. Bu değerleri yaşatmak için çalışıyoruz” diye konuştu.
Bebekte küçük bir dükkânda İstanbul mezeleri yapan Mezedaki, kabına sığmayarak Maslak’taki Unique Kültür ve Sanat Merkezine taşındı. Sahanakiden Topike Taramadan Bakalyaro ve Galaktoburekoya Acılı denizkızından Saganaki ballıya kadar onlarca meze ve yemeği orijinal tarifleriyle yeniden üreten Mezedaki, büyük ilgi görüyor. Mekânın kurucusu aslen İstanbullu Rum bir ailenin kızı olan Meri Çevik Simyonidis, yakın tarihe kadar sofraları süsleyen fakat artık kaybolmaya yüz tutmuş lezzetleri keşfetmek için bir kitap yazmaya karar vererek 3 yıl boyunca çalmadığı kapı, görüşmediği kişi kalamadığını vurguluyor. ‘İstanbulum, Tadım Tuzum Hayatım’ adındaki kitabında genel olarak İstanbul’un zengin yeme içme Mozaiğinde yer edinmiş efsane mekânları ele aldığını anlatan Simyonidis, “Bu mekânların İstanbullu Rum olan ilk sahiplerini bulmaya çalıştım ve röportajlar yaptım. Büyük bir araştırma, koşuşturma ve yoğun seyahatler sonunda kitabı bitirdim. Ardından ‘Bir Varmış Bir Yokmuş’ adlı kitabımı hazırladım. Burada da İstanbul’dan Atinaya göç etmiş ve yine yemek işiyle uğraşmış insanlarımızın hayat hikâyelerini anlattım. Acı tatlı anılar, başarıları, yarattıkları markaları ve birbirinden lezzetli ürünleri konu alıyor. Bu kitabım Dünya Kitap tarafından 2015 yılı gastronomi özel ödülünü kazandı. Tüm bu çalışmalar sırasında kaybolan meze kültürü ve artık yapılmayan yemekleri inceledim. Tekrar bu lezzetleri üretmek ve yeni kuşaklara miras bırakmak için bu yola çıktım. Mezedakiyi sadece yemek satan bir mekân olarak kurmadık. Rum ve Türk kardeşliğini ve etnik yemek kültürünü yaşatmak için yola çıktık. Türk, Rum, Ermeni, Çerkez, Sefarad, Arnavut gibi İstanbul mosayiğine ait geniş bir yelpazenin lezzetlerini bir araya getirdik. Bebek’te ilk yerimizi açtığımızda sadece 2 masamız vardı. Lezzetlerimiz kulaktan kulağa duyulunca artık oraya sığamaz hale geldik. Şimdi ise daha geniş imkânlarımız var. Büyük yatırımcılar Franchise alabilmek bayimiz olmak için teklif sunuyor. Kalitemizi asla bozmamak kaydıyla gelecek yıllarda şubeleşmeye izin vereceğiz" diye konuştu.
Rum mutfağının vazgeçilmez unsurları olarak limon, tarçın ve şeker gösteren Simyonidis, “Tüm lezzetlerde bu katkıları az ya da çok kullanırız. Meze yapmak dantel işlemek gibidir, herkes meze yapamaz. Bizim meze yapan imalathanemiz ile yemek yapan tamamen birbirinden ayrıdır. Yemek ile mezeyi ayrı tutarız. Mezedakiye gelenler acılı denizkızı, saganaki ballı, bakalyaro, midyeli lahana sarma, midye dolması, tarama, pastırmalı humus, musakka, çerkez tavuğu, bol maydanozlu beyin mezesi, paçanga böreği, karides ve midye mezelerini bize has sunumla ve lezzetle tadabilir. Kadınbudu köfte, zeytinyağlı yaprak sarması, şakşuka, çıtır muska böreği ve sahanaki gibi lezzetlerimiz tüm tadanlar tarafından tam not alıyor. Öyle ki takipçileri 2.5 milyonu bulan Mekân.com tarafından 2015 yılının en iyi meze mekanı da seçildi Mezedakimiz” diye konuştu.
Meze kültürünün yeni kuşaklar tarafından fazla bilinmediğini anlatan Simyonidis, “Restorana gelip haydari söyleyen fakat sarımsaksız olmasını isteyen var. Bu haydari değildir. Haydari sarımsaksız olmaz. Veya dolmada soğan var mı? Gibi anlamsız ve hatta komik sorularla karşılaşıyoruz. Ama günümüz insanı çok çalışıyor ve fast food dışında yemek bilmiyor. Eskiden doğumda, ölümde, düğünde, ayrılıkta barışmada her önemli günde kalabalık yemek sofraları kurulurdu. Tüm sorunlar ve sevinçler masada paylaşılırdı. Ayrıca ailece eğlenmeye çıkılır ve müzikli eğlence yerlerine, gazinolara ve tavernalara zaman ve para ayrılabiliyordu. Eğence ve yeme içme çok daha ekonomikti. Şimdi çok çalışan insan artık eğlenmeye muhabbete zaman bulamıyor. Yemek sofralarına harcanana paralar maalesef psikologlara veriliyor. Biz kaybolan sofra kültürünü o muhabbet ortamını yeniden kurmak isteriz” ifadelerini kullandı.Yeni bir kitap çalışması olduğu bilgisini veren Simyonidis,” ‘Tadı Damağımda Kaldı’ adlı yeni kitabımda kaybolmuş İstanbul Mutfağına ve zengin etnik yelpazesine ait lezzetleri yani İstanbul da yaşamış herkesin az çok bildiği bilmeyenlerin ise öğreneceği çok kültürlü mutfağımızı tanıtmaya çalışacağım dedi…