27 Haziran 2014 Cuma

Alternatif Turizm’de sektör lideri Şah Inn Paradise Ramazan’da tatil yapılmaz algısını değiştirdi!


Ramazan’da Tatilin Keyfi Şah inn Paradise’da Bambaşk
Alternatif turizmin lider markası Şah Inn Paradise, Antalya’nın saklı cenneti Kumluca’ daki tesislerini yenileyerek 8. sezonuna “merhaba” dedi. Turizm sektörüne getirdiği yeniliklerle damga vuran, Ramazan ayında tatil yapılmaz algısını değiştiren Şah Inn Paradise, yaklaşan Ramazan ayında da tam kapasite ile hizmet vermeye hazırlanıyor. Özel iftar ve sahur programları ile misafirlerine Ramazan atmosferini tatilde de devam ettiren tesiste; eşsiz iftar sofralarından geleneksel Ramazan gösterilerine kadar davulcusuna kadar sınırsız hizmet sunuluyor.



Şah İnn Paradise Genel Müdürü Yusuf Yücel, “Ramazan’da tatil yapılamaz” algısını ilk kez Şah İnn Paradise’da kırdıklarını ve “tatilde daha rahat oruç tutulduğu” algısını oluşturduklarını, zamanla diğer otel ve tatil köylerinin de kendilerini izlediğini söyledi.


Şah İnn Paradise’da oruç tutanların evlerindeki konforu aratmayacak her türlü hizmeti sunarken oruç tutmayan ya da çeşitli nedenlerle tutamayan misafirleri de düşündüklerini belirten Yusuf Yücel, “Türkiye gibi her türlü ruhun, inancın kucaklaştığı ve sevgi, hoşgörü temelli ilişkilerin kurulduğu bir coğrafyada bu öyle doğal ki. Bu toprağın tohumunda insan sevgisi var çünkü. Ramazan ayı aynı zamanda bunu unutanlara küçük bir hatırlatma yapıyor. Biz Ramazan’ın bu hoşgörü dolu felsefesi ile tüm insanları kucaklıyoruz. Ramazanda 24 saat kesintisiz hizmet veriyoruz. Gündüz devam eden tüm aktivite ve hizmetlerimize ilave olarak gece organizasyonları yapıyoruz. Havuzlarımızı oruç tutan misafirlerimiz için sahur vaktine kadar açık tutuyoruz. Ramazan çadırları ve çeşitli gösterilerle beraber Ramazan gelenekselliğini ön plana çıkarıyoruz. Ramazan boyunca Mısırdan Özel olarak  getirilen dünyanın en iyi hafızlarından

Hafız   Elsayed  Eltantawı ile  Şah Inn Paradise’da  Kuran’ı  Kerim  okuma programı düzenlenecek. Ayrıca Türkiye’nin İlk düşünce Koçu Münir Arıkan 2014 sezonumuzda da misafirlerimizden gelen yoğun istek üzerine misafir memnuniyetimiz açısından çocuklarımıza kariyer koçluğu ve yetişkinlere aile koçluğu konusunda seminer vermek için Ramazan ayı boyunca tesisimizde konaklayacaktır” diyerek sözlerini noktaladı. Şah İnn Paradise Tatil Köyü’ne sadece Türk misafirler değil, Avrupa ülkeleri, Türkiye Cumhuriyetleri ve Arap ülkelerinden gelen Müslüman olmuş yabancı turistlerden de yoğun talep geliyor.

GÜLER SABANCI: “’BİZ’ DUYGUSUNU KAYBETMEMELİYİZ”

“CUMHURBAŞKANI, SEÇİLDİKTEN SONRA PARTİLERÜSTÜ OLMALI, BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZİ TEMSİL ETMELİ”  “TÜRKİYE’NİN BUNU BAŞARACAĞINA İNANIYORUM”



Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı, Sabancı Vakfı’nın destekleriyle beş yıldır sürdürülen “ Fark Yaratanlar” projesinin sezon final programına katıldı. Cüneyt Özdemir tarafından hazırlanan 5N1K programının içerisinde gerçekleşen canlı yayında Sabancı, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine ilişkin soruya da yanıt verdi.

Güler Sabancı şunları söyledi; “Türkiye demokrasisi açısından memnun oluyorum ki, çok kıymetli adaylar var. Demokrasimiz açısından bu önemli. Ülkemiz için Cumhurbaşkanlığı seçiminin birleştirici, bütünleştirici olmasını diliyorum. “Biz” duygusunu kaybetmemeliyiz. Biz, hepimiz, bu ülkenin insanlarıyız. Birlikte yaşamaya devam edeceğiz. Birlik, beraberlik önemli; Cumhurbaşkanlığı da böyle bir makam. Bunu temsil ediyor. Seçildikten sonra partilerüstü olmalı. Birlik ve beraberliğimizi temsil etmeli. Türkiye’nin bunu başaracağına inanıyorum”.

22 Haziran 2014 Pazar

Gazella Turizm, Şeker Bayramı’na özel 7 farklı tur seçeneği sunuyor



En şeker bayram tatilleri Gazella Turizm’de!
Özgün ve konforlu seyahat arayışındaki gezginlerle birlikte dünyanın farklı noktalarını keşfeden Gazella Turizm, 26 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arasında Rusya’nın Beyaz Geceleri’nden Afrika’nın yabani bozkırlarına, İzlanda’nın buz göllerinden Bosna Hersek-Karadağ’ın tarihi yapıtlarına uzanan Şeker Bayramı’na özel yedi farklı tur seçeneğiyle gezginlerin yanında.  


26 - 30 Temmuz: Rusya'da Beyaz Geceler
Yaz mevsiminde kararmak bilmeyen bir gökyüzünün altında Moskova ve St. Petersburg’un muhteşem saraylarını, meydanlarını ve gece hayatını keşfetmek ister misiniz? Gazella Turizm, Dostoyevski’nin ünlü romanına ismini veren Beyaz Geceler’i yaşamak isteyen gezginleri 26-30 Temmuz’da Rusya’ya bekliyor. Haziran ayı boyunca süren Beyaz Geceler’de dünyanın dört bir yanından gelen turistler sayesinde bu iki görkemli şehrin geceleri de gündüzleri gibi hareketli geçiyor; sayısız etkinlik, Rusya’yı bir karnaval ülkesine dönüştürüyor. Gezginler, Beyaz Geceler turunda Çarlık döneminde kışlık saray olarak kullanılan, Rembrandt, Leonardo da Vinci, Michelangelo, Van Gogh, Raphael, Renoir ve Picasso gibi değerli ressamların eserlerinin sergilendiği Hermitaj Müzesi’ni ziyaret ediyor; müzeden ya da bir sanat galerisinden farksız olan Moskova metrosunda ülkeyi keşfediyor. Yazar Puşkin'in eğitim gördüğü okula ev sahipliği yapan Çar Kasabası ve Katerina Sarayı, ünlü şair Nazım Hikmet’in mozolesine ev sahipliği yapan Novodevici Manastırı, Moskova’nın sembolü olan ve eski bir savunma kalesi olarak da kullanılmış Kremlin Sarayı, bir zamanlar en önemli buyrukların duyurulduğu ve şehrin kalbi sayılan Kızıl Meydan ve St. Petersburg-Moskova arasındaki unutulmaz tren yolculuğu, bu turun en ilgi çekici noktalarından yalnızca bazıları. Turun fiyatı, tüm ekstra turlar ve kişiye özel havalimanı-ev transferleri dahil 1300 avro.

26 - 30 Temmuz: Temel fotoğraf eğitimli Bosna-Karadağ turu
Bosna Hersek – Karadağ turu, Gazella Turizm’in kültür turlarını seven ve fotoğrafa yeni başlayanlar için düzenlediği özel eğitmenli turlardan biri. 26-30 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek bu tur, Komünist dönemin ve “büyük ağabey” Yugoslavya’nın yıkılması sonucu paramparça olmuş bir ülkenin küllerinden doğan küçük kardeşlerini, Bosna Hersek ve Karadağ'ı kapsıyor. Yugoslavya İç Savaşı’nın derin izlerini hala taşıyan Bosna Hersek ve doğal güzellikleri ile gezginleri büyüleyen Karadağ, bu turda UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Mostar, Budva ve Kotor'u da yanına alarak gezginler için unutulmayacak fotoğraf kareleri oluşturuyor. Karadağ’ın bağımsızlık sembolü olan Locven Dağı’nın ve Avrupa jet sosyetesinin uğrak yeri olan Kotor Körfezi’nin sunduğu nefes kesen manzalar, 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı eserleriyle donatılmış Bosna Hersek’in isimleri tanıdık yapıtları ve tadları tanıdık yemekleri gezginleri bekliyor. Aynı zamanda klasik bir kursta 4-6 hafta kadar süren bir temel fotoğraf eğitimi, bu tur sayesinde 5 günde tamamlanabiliyor ve edinilen temel bilgiler, daha sonra kolaylıkla pratikle geliştirilebiliyor. Turun fiyatı, tüm ekstra turlar ve kişiye özel havalimanı-ev transferleri dahil  880 avro.


26 Temmuz - 1 Ağustos: Kenya’da Büyük Göç
Şeker Bayramı turlarının en ilgi çekici olanlarından biri de, Afrika’nın vahşi yaşamını gözlemleme fırsatı bulacağınız Kenya’da Büyük Göç. 4x4 araçlar ile yapılacak olan Kenya'da Büyük Göç turu macera tutkunu gezginleri bekliyor. Afrika bozkırlarının derinliklerinde doğanın tüm seslerini dinleyerek vahşi yaşamın kalbine inmek isteyenler, bazen tek bir leoparın peşinde iz sürerken yol üzerinde kalabalık bir fil sürüsüyle karşılaşacak, bazen de özel lodge’larda günbatımını izlemenin keyfini yaşadıktan sonra gece yırtıcılarının sesleri eşliğinde uykuya dalacaklar. Pembe flamingolara ev sahipliği yapan Nakuru Gölü ve fauna çeşitliliğiyle ünlü Kilimanjaro Dağı’nın eteklerine kurulu Amboseli Ulusal Parkı’ndan geleneksel yaşamlarını hala sürdüren Masai yerlilerinin köylerine ve başkent Nairobi’deki panoramik şehir turuna uzanan müthiş bir Afrika deneyimi, farklı kültürleri keşfetmek isteyen gezginleri bekliyor. Birçok belgeselin çekildiği, doğal hayatın en iyi gözlemlendiği yerlerden biri olan Masai Mara Ulusal Parkı ise Kenya'da Büyük Göç turunun yıldızı. Göçün en iyi izlendiği tarihlere denk gelen bu dönem, aynı zamanda Kenya'da gecelerin serin, gün içindeki ortalama sıcaklığın ise 26 derece olduğu en uygun seyahat zamanlamalarından biridir. Turun fiyatı, tüm ekstra turlar ve kişiye özel havalimanı-ev transferleri dahil, 2340 avro.

26 - 31 Temmuz 2014: İskoçya
Heybetli dağların arasına kurulmuş gizemli şatoları ve dünya mirası listesine alınmış birçok tarihi binası ile gezginlere masalsı bir seyahat vaat eden İskoçya, gezginleri, pastoral yaşamın moderniteyle buluştuğu benzersiz bir deneyim yaşamaya davet ediyor.  Temmuz ve Ağustos aylarında en iyi zamanlarını yaşayan İskoçya’nın en büyük şehri olan Glasgow’da başlayan tur, yüzyıllar boyu sayısız edebiyat eserine ve belgesellere konu olmuş efsanevi Ness Gölü Canavarı’na ve bol Oscar ödüllü Cesuryürek filmindeki İskoç Bağımsızlık Savaşları’na ev sahipliği yapan Loch Ness’e uzanıyor. İskoçya’ya özgü dünyaca ünlü içecekler ve yemekler ile zenginleşen tur, orduları, hanedanları ve kraliyet mücevherleriyle ünlü Edinburgh, Stirling ve Blair Kaleleri’nin ihtişamıyla son buluyor. Turun fiyatı, tüm ekstra turlar ve kişiye özel havalimanı-ev transferleri dahil, 1590 avro.


26 Temmuz - 2 Ağustos: Uzun pozlama ve manzara fotoğrafları için İzlanda
Ateş ve buz ülkesi İzlanda, kayaların kenarında ve buz dağlarının çevresinde yürüyüş yapmanın ve fotoğraf çekmenin tadına varmak isteyen gezginleri bekliyor. Gazelle Turizm’in foto-safari turlarından biri olan İzlanda turu, fotoğrafçılara ve doğa tutkunlarına gayzerlerin oluştuğu bölgede, görkemli doğa harikalarının eşliğinde nefes kesici bir foto-safari vaat ediyor. Buz gölleriyle sarmalanan İzlanda, gezginlerin rotasını yerden gökyüzüne fışkıran gayzerlerin, heybetiyle büyüleyen şeffaf buzulların ve alabildiğine güçlü akan yüksek şelalelerin arasından geçiriyor. 1360 metre yükseklikteki Langjokoll Buzulu, yağmur sularının turkuaz göl yüzeyiyle buluştuğu Viti Krateri ve 118 metre yükseklikten akan Hengifoss Şelalesi, doğa sporlarına düşkün olan gezginler ve fotoğrafçılar için rotaya ekleniyor. Doğa fotoğrafçılığı için eşsiz bir dokuya ve dünyanın en ilginç volkanik yeryüzü yapısına sahip olan İzlanda, uzun pozlama ve manzara fotoğrafları çekmek isteyen gezginler için bulunmaz bir fırsat. Turun fiyatı, tüm ekstra turlar ve kişiye özel havalimanı-ev transferleri dahil 2390 avro.

GÜNEY KORELİ KONUKLAR YÖRÜK PARKINDA



Yörük Parkı'nı Kuveyt, Katar, Bahreyn, Çin, Amerika, Japonya'dan sonra Güney Kore'den gelen konuklar da ziyaret ettiler

Halil ÖNCÜ-KEMER
BAKA'nın (Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı ) davetlisi olarak Antalya'ya gelen Güney Koreli konuklar Antalya ziyaretlerinin bir bölümünü de Kemer'e ayırdılar. Kemer'de bulunan Yörük Parkını ziyaret eden Güney Koreli misafirler geleneksel yiyeceklerden içeceklerden tattılar ve Yörük Parkında geçirdikleri keyifli zamandan ve olumlu diyaloglardan sonra güzel anılarla Kemer'den ayrıldılar ve mutlaka yine Kemer'e Yörük Parkı'na geleceklerini söylediler.

Yörük Parkı'nı Kuveyt, Katar, Bahreyn, Çin, Amerika, Japonya'dan sonra Güney Kore'den gelen konuklar da ziyaret etmiş oldu.Yörük Parkı sahiplerinden Cemal Şahin İyicil, Güney Koreli misafirlerin ziyaretlerinin Kemer turizme adına önemli olduğunu söylerken " BAKA tarafından gerçekleştirilen organizasyonların devamı niteliğindeki bu ziyaretin gerek bölgemiz gerekse Kemer açısından olumlu sonuçları olacağı kanaatindeyiz" dedi.

20 Haziran 2014 Cuma

İki Kıta Arasında Aikido




Avrupa ve Asya arasında gerçekleştirilen Aikido çalışması İstanbul Boğazı'ndaki spor ve sanat çalışmalarına bir yenisini ekledi. İki kıta arasında ilk kez gerçekleşen bu etkinlikle, Aikido yapan Oğuzhan Başkurt Sensei ve kıdemli öğrenciler yaza merhaba dedi.


Kuruçeşme sahilden Beykoz'a kadar tekne üzerinde Aikido çalışması ve gösterisi yapılarak seyir zevki güzel bir organizasyon yaşandı. Türkiye'nin en büyük Aikido okulu Aikimode Aiki Akademi yazı, kıdemli öğrencilerinin katılmış olduğu ''İki Kıta Arasında Aikido'' etkinliği ile karşıladı. Dünyada ilk olarak iki kıta arasındaki Aikido çalışmasını yöneten Oğuzhan Başkurt Sensei gösterilen ilgiden ötürü çok memnun olduğunu dile getirdi.




Şehirde yaz kaçamağının adresi, yine 360Suada Club



360Suada Club ile beşinci yılında yaz aylarında İstanbul hayatına renk katıyor.
Adaya giderken yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu diye sorulsa, 360Suada Club için cevap ortada; sadece sevdiklerinizi alın yanınıza... 360Suada Club’da muhteşem bir şampanyanın ve dünya mutfaklarından lezzetlerin ötesinde yaz coşkusuna yakışır bir ambiyans da sizleri bekliyor.


Günlük rutin hayatımızda zaman zaman İstanbul’un ne kadar güzel bir şehir olduğunu unutuyoruz. Oysa ki tüm dünyanın kıskandığı güzelliklere sahibiz... Yeme-içme ve eğlence hayatında benzeri olmayan bir adayı da bu güzellikler arasında sayıyoruz. Denizin ortasında, şehirden uzak havasıyla 360Suada Club, dünyada benzeri olmayan bir deneyim sunuyor. Hem ambiyansı hem de dünya mutfağından eşsiz lezzetleriyle 360Suada Club şehir hayatına muhteşem bir mola veriyor.

Yazın sıcağından ve şehrin stresinden uzaklaşmak, şampanyanızın keyfi ile en güzel dünya şehirlerinden İstanbul’da boğazın gün batımını seyretmek veya ışıl ışıl bir manzara eşliğinde yaz esintili bir gecede yemek için 360Suada Club sizleri bekliyor. Yaza özel menüsü ve sıcak ambiyansı ile sizleri günlük rutinden çıkartan 360Suada Club, bambaşka tatları bir arada sunuyor.

360Suada Club’da her an çok özel...
360Suada Club’da günün her anında ayrı bir güzellikle buluşuyorsunuz. İstanbul Boğazı’nın muhteşem manzarasına hakim gün batımı ise tartışmasız büyüleyici... Bir kadeh şampanyanız ile yaz meyvelerinden özel tatların birlikte uyumu ise bu ambiyansta daha da etkileyici... Tabi ki dünya mutfağının kapılarını açan lezzetli menü de keyfinizi arttıran başka bir melodi...

İstanbul’un ortasında tropik bir nefes!
Turkuaz ve beyaz tonlarının hakim olduğu 360Suada Club, denizin ortasında, havuzun yanı başında, İstanbul’un muhteşem boğaz ve köprü manzarası ile size tropikal bir hava yaşatacak. Şehrin yanı başında, bir o kadarda uzakta hissettiren 360Suada Club, sevdikleriniz ile birlikte kaliteli vakit geçirmeniz için yaz boyunca en güzel anlarınızın ev sahibi olacak.

Rezervasyon için;
Telefon 0212 263 66 23 - 0530 849 2 360
Adres Galatasaray Adası Kuruçeşme, İstanbul
www.360istanbul.com

Donation For The (Ayasofya) Mosque


Doğu Roma (Bizans) imparatoru Justinian'ın iradesi ile beş yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde inşa edilen ve 27 Aralık 537 günü kutsanarak açılışı yapılan Hagia Sophia Kilisesi, önümüzdeki 27 Aralık'ta 1477. yaşını tamamlayacak. "Kutsal Bilgelik"e ithaf edilen bu kilise, 916 yıl boyunca Bizans İmparatorluğu'nun prestij yapısı ve Ortodoks dünyasının merkezi olmuş, kısaca "Büyük Kilise" (Megale Ekklesia) olarak anılmış; 481 yıl boyunca İslam dünyasının ve Osmanlı İmparatorluğu'nun gözbebeği, sultanların "Büyük Cami"si (Cami-i Kebir) olarak kullanılmıştır. 79 yıldır ise Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli 'müze-yapı'sı olarak dünyanın her tarafından gelen ziyaretçilerin hayranlığını kazanmaya devam etmektedir. Ayasofya, bu kenti ziyaret edenleri her dönemde en fazla etkileyen sembol olmuş ve insanları adeta büyülemiş, gerek Bizans döneminde, gerekse Türk döneminde benzer biçimde efsanelere konu olmuştur.

Ayasofya, her şeyden önce boyutlarıyla ve mimari kuruluşuyla etkileyicidir. Gerçi Bizans'ın erken devirlerinde kapladığı alan bakımından Ayasofya'dan daha büyük bazilikal planlı kiliseler vardır, ancak bunlar üç nefe bölünmüş uzun bir salona benzerler. O günün dünyasında hiçbir bazilika Ayasofya'nın kubbesinin boyutunda bir kubbe ile örtülü ve böylesine bütünlüklü bir iç mekâna sahip değildi. Daha büyük bir kubbe ise Roma kentinde, Panteon'da vardı fakat silindir biçimli çok kalın bir duvara oturan kubbe sadece 'büyüktü’. Ayasofya'nın dört büyük paye ile taşınan kubbesi, Panteon'un kubbesinden daha küçük olsa da yarım kubbeler, tonozlar ve kemerlerden oluşan sofistike bir sistem sayesinde çok daha geniş bir alanı örtmekte, çok daha etkileyici bir iç mekân yaratmaktadır. Sürekli taşıyıcı olarak beden duvarına oturan bir kubbeyle karşılaştırıldığında, yalnızca dört tek taşıyıcıya oturan bu boyutta bir kubbe, tasarım, teknik ve estetik olarak bir devrim niteliğindedir. Ayasofya'nın kubbesi, orta nefin yarısını örtüyorsa da iki yarım kubbe ile öyle bir tamamlanmıştır ki yapının içine girildiğinde bütün iç mekâna hâkim olan bir kubbe algılanır. Bazilika ise tamamen gizlenmiştir. Bu dâhice tasarım, yapıyı eşsiz ve etkileyici kılan unsurdur. "Gökyüzünde asılıymış gibi duran" kubbeden akan ışık selinin bütün duvarları kaplayan mozaik üzerindeki ışık oyunları, olağanüstü mimari bir tasarım ile birlikte etkileyici bir atmosfer yaratmaktadır. Ayasofya'nın ziyaretçilerinde iz bırakan ve efsaneleşen yanı, tek kubbenin altında bütünleşen, entelektüel bir mimari zekâ ile kurgulanmış çok geniş bir iç mekân ve onun büyüleyici atmosferidir.

Fakat Ayasofya etkileyici bir yapı olmanın ötesinde bir anlam taşır. Gerçekte bu anlam ve onu güçlendiren ‘etki’, onu yaptıran imparatorun bilinçli bir seçimidir. Merkezi kubbe kavramının Roma dünyasının mimari ikonografisinde imparatorluk ideolojisinin sembolü olarak kullanıldığı bilinen bir husus. Antik Roma'da Panteon bu ideolojik mesajı kitlelere ilan eden yapıydı. Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olan (Yeni Roma) Konstantinopolis'e de gerçek işlevinin ötesinde, Panteon'un imparatorluk sembolizmini taşıyacak nitelikte bir yapı gerekliydi. Yine de Ayasofya salt böyle bir gereksinime yanıt veren, güçlü bir imparatorun yaptırdığı büyük bir yapı değildir. O, aynı zamanda "dünyanın yeni merkezini" de işaret etmektedir. Ayasofya'nın yapılması, Justinian'ın bütün Akdeniz'i ya da o günün bütün dünyasını yeniden Roma İmparatorluğu altında birleştirme girişimi ile örtüşmektedir ve bu vizyonun mimarlık alanındaki güçlü bir yansımasıdır. Yapı, büyük bir iddianın somutlaşmasıdır ve boyutlarının ötesinde, biçimi de bu iddiaya göre şekillenmiştir. Yeni "Pax Romanum", bütün dünyayı sancağı altında bütünleştirmekle kalmayacak, tek din altında da toplayacaktır; çünkü o aynı zamanda bir Hıristiyan imparatorluğudur. Tek Tanrı, tek din, tek imparatorluk ve tek imparator yeni Pax Romanum'un 6.yy.da dünyaya sunduğu formüldür. Bu düşünce, Ayasofya'nın görülmemiş büyüklükteki iç mekânını altında bütünleştiren kubbede cisimleşmekte, bu yapıya giren ve hatta uzaktan, kent surları dışından gören herkes tarafından en şiddetli biçimde duyumsanmakta, bir mesaj olarak herkese taşınmaktadır. Her döneminde yapıyı ziyaret edenlerin anlattıkları izlenimler, bunun en önemli kanıtını oluşturmaktadır.

Ayasofya, İstanbul ile özdeşleşmiştir. Bizans döneminde bu büyük imparatorluk kilisesi, Hıristiyanlaşan Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) başkenti Konstantinopolis'i, hem imparatorluğun hem de Hıristiyan dünyasının merkezi olarak bütün dünyaya ilan etmektedir. Aynı işlevi kentin İslam döneminde de sürdürmüştür. Camiye dönüştürülmesi fethin en önemli sembolü haline gelen Ayasofya; İstanbul, İslam dünyasının ve onu yöneten Osmanlı İmparatorluğu'nun da merkezidir. Tekrarlanamaz ve aşılamaz olan bu yapı, bu gerçeğin tanrısal bir irade aracılığıyla tescilidir. Gerçekten de Ayasofya, hem Bizans kaynaklarında hem de Osmanlı kaynaklarında "tanrısal irade"nin tecellisi olarak algılanmıştır. (Ayasofya - W. Eugene Kleinbauer, Antony White, Henry Matthews)

Osmanlı cami mimarisini ve dolayısıyla medeniyetini bu denli şekillendirmiş başka hiçbir yapı yoktur. Justinian'ın İstanbul'a bıraktığı en büyük eser olan Ayasofya, kendisinden bin yıl sonra aşılabilmiştir. Plan olarak Ayasofya’ya oldukça benzemesine rağmen hantal dış cepheye kazandırılan dinamik yapıyla Süleymaniye, Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya yapısal bir eleştirisi ve yanıtıdır. Ayasofya ve sonraki yüzyıllarda inşa edilen merkezi kubbeli diğer yapılarda bir türlü çözülemeyen yapısal ve estetik sorunlar, Sinan’ın eserlerinde son derece zarif bir biçimde çözüme kavuşturulmuştur. Geçmişteki biçimlerin yapısal eleştiri yöntemiyle sentezlenip geliştirilmesi ve estetik olarak kusursuzlaştırılması ise bir sanat eseri olarak Selimiye’yi mümkün kıldı.

Genç Türkiye Cumhuriyeti ise Ayasofya'nın mimari, ruhani ve bunların doğal bir yansıması olarak siyasi mânâsını doğru kavramış ve onu en uygun işlevle, bir müze olarak bütün insanlığa sunmuştur. Yapının 1 Şubat 1935’de müzeye dönüştürülmesi; yeni kurulmuş ve yokluklar içerisinde bulunan, fakat bu toprakları ve insanlarını şekillendiren tüm değerleri ayırt etmeksizin sahiplenmekte kararlı genç cumhuriyetimizin kendisine olan güveninin en önemli sembollerinden olmuştur.

Ayasofya’nın müze olması, bilindiği üzere 24.11.1934 tarihli ve Atatürk’ün de altında imzası bulunan 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararına dayandırılır. Fakat Yusuf Halaçoğlu gibi bazı tarihçiler, somut birtakım deliller öne sürerek ilgili kararnamenin sahte olduğunu, Atatürk öldükten sonra ortaya çıktığını ve Atatürk’ün aslında böyle bir niyetinin olmadığını iddia etmekte.

Karşı görüşü savunan tarihçiler ise Ayasofya Kararnamesi sahte dahi olsa, Atatürk’ün Ayasofya’yı müzeye dönüştürmeyi düşündüğünü ve kendi cumhurbaşkanlığı döneminde başlatılan bakım-onarım çalışmaları esnasında Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin 7,5 m. çapındaki sekiz hat levhasının bu nedenle yerlerinden indirildiğini, fakat boyutlarından ötürü kapılardan geçirilemeyince içeride bakımlarının yapılıp bir süre sonra tekrar yerlerine asıldığını hatırlatıyor.

İlber Ortaylı konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Ayasofya bizimdir, tapusu bizim elimizdedir, tarafımızdan fethedilmiş ve camiye çevrilmiştir. Neden camiye çevirdik diye de utanacak değiliz, tarihle yüzleşme filan da boş laftır. Burayı müzeye çevirmek iki din arasındaki çekişmeye son vermek için alınmış yerinde bir karardır. Ayasofya’nın harika olarak nitelendirilmesinin nedeni Mimar Sinan’ın yaptığı desteklerdir. Ayrıca Sultan Abdülmecid Han döneminde de restore edilmiştir. Ayasofya'nın müze olmasında Atatürk'ün imzası taklit edildi diyenlerden ise ciddi bir kriminal rapor görmedim. Ama Ayasofya'nın müze olması bizim için iftihar edilecek bir şeydir” demekte.

Bizans, Latin, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi. Her dönemin ayrı bir Ayasofyası, ayrı bir hikâyesi var ve aslında Ayasofya insanlığın da uzun bir hikâyesi. Zira iktidar mücadelelerine, güç, ihtişam ve gösterişe, direniş ve kaybedişe, yağma ve tahribe, fethe ve daha birçok hadiseye şahitlik eden bu muhteşem mâbedin işlevi sadece kutsalı barındırmakla kalmadı. Tarihçilerimizden tabii ki Ayasofya Kararnamesi ile ilgili gerçeği ortaya çıkarmalarını bekliyoruz. Fakat öyle görülüyor ki Ayasofya, özellikle 1950'lerden itibaren olduğu gibi herhalükarda zaman zaman gündeme gelmeye devam edecek. Ayasofya’nın müze olarak kalmasına yapılan itirazlar özellikle iki nedene dayandırılmakta. Hz. Muhammed’in İstanbul ile ilgili hadisi ve Fatih Sultan Mehmet Han'ın vasiyeti.

Hadiste anlatılanlar doğru ise o dönemde dünyanın oldukça önemli bir uygarlık merkezi olarak görüldüğü için Hz. Muhammed özellikle İstanbul’u işaret etmiş olmalı. İslam, tüm kâinatı en ince ayrıntısına kadar tasarlayabilecek kudrete sahip bir Yaratıcının, insan elinden çıkma herhangi bir mâbede ihtiyacı olmadığını açık bir biçimde vurgular. Bildiğimiz üzere Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa dışında kalan tüm mescit ve camiler İslam fıkhına göre eşit hükümdedir. Şehrin 15.yy.da Osmanlılar tarafından fethi ise Müslümanlar açısından Hıristiyanlığın İslamiyet’e teslimiyetinin sembolüdür. Bugün tüm İslam âleminin olduğu gibi, Türkiye’nin de odaklanması gereken çok daha ciddi yapısal bozuklukları ve sorunları varken, ayrıca gurur duyabileceğimiz Süleymaniye, Selimiye ya da Sultanahmet gibi muazzam selâtin camilerine de sahip olduğumuz halde, ‘Hıristiyan Batı’ya karşı üstünlüğü 561 yıl önceki bir olaya, yani Ayasofya’nın camiye çevrilmesine indirgemek, İslam’a yapılmış büyük bir haksızlık olur. Kaldı ki “Ağlama Duvarı”na benzer bir işlev üstlenecek herhangi bir yapıya Müslümanların ihtiyacı olmamalı.

Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul’u aldıktan sonra Ayasofya’yı kiliseden camiye çevirmesi dönemin şartlarında Osmanlı için son derece doğru bir harekettir. Bu sayede yapının zaman içerisinde bakımsızlıktan yıkılmasının da önüne geçildi. Fakat Fatih, Bizans mirasını hiçbir zaman bugün yapmaya çalıştığımız gibi reddetmedi. Sultan II. Mehmet Han; Roma İmparatorluğu’na son vermemiş, bilakis onu devralmıştır. Devrin Türk vak'a nuvisî İbn-i Kemal, Padişah II. Mehmed'in Roma tahtını benimsediğini ve bu nedenle eski imparatorların kanını taşıyan bütün Bizans soyluların idam ettirdiğini yazar. Unutmayalım ki Osmanlı hanedanı Kantakuzinos’larla da akrabaydı. Sultan Orhan, İonnis Kantakuzinos'un kızı Theodora ile evlenmiştir. Sultan Murad'ın annesi de başka bir Hıristiyan prenses Holofero (Nilüfer Hatun) idi. Saray yaşamı ve devlet kültürü İran ile benzerlikler göstermekle birlikte, bir Roma Sezarınkini de andırıyordu (İnalcık, "II. Mehmed", İslam Ansiklopedisi, s. 514). Ama hepsinden önemlisi Fatih'in Roma Kayseri (Kayser-i Rum) unvanını kullanmasıdır. Fatih’in ceza kanunnamesi hükümleri Justinian'ın hukuk kanunlarına oldukça yakındır. Bütün dinlerin mensuplarının hükümdarı olarak Fatih, Patrik Gennadios'a Hıristiyan dini üzerine bir kitap yazmasını da emreder. İtikadname, bu alanda kalıcı bir müracaat kitabı oldu (İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı). Gentile Bellini’ye portresini yaptırmış olması da Fatih’in klasik ‘Müslüman Hükümdar’ kalıbına sığmadığını gösteriyor.

İstanbul'da inşa edilmiş ilk Hıristiyan mâbedi olan "Havariyun" yani Havariler Kilisesi, bugün Fatih Camii'nin olduğu alanda bulunuyordu. İstanbul'un kurucusu olduğuna ve şehre ismini verdiğine inanılan İmparator Konstantin de 337'deki ölümünden sonra buraya defnedilmişti. 13. yüzyıldaki Latin işgali sırasında yağmalanan kilise fetih sırasında bir hayalet bina halindeydi ve Fatih, kendi ismini taşıyacak olan caminin, kilisenin yerine inşa edilmesini, öldüğünde de caminin avlusuna defnedilmeyi istedi. Hükümdarın arzusunun sebebi hâlâ tartışılıyor ve en kuvvetli görüş, Fatih'in kendisini "Osmanlı Hükümdarı" değil, "Roma İmparatoru" olarak görmesi ve "Yeni Roma" olan Bizans'ın kurucusu Konstantin ile aynı yerde yatma arzusu. O devirdeki ismi "Diyâr-ı Rum" yani "Roma ülkesi" olan Anadolu ile "Yeni Roma"nın mutlak hâkimi bu sayede fethine meşruiyet kazandırırken, bir yerde de kendisinin "Roma'nın son imparatoru" olduğunu ilân ediyordu. Devlet-i Alliye'nin başkenti, fetihten sonra da “Konstantiniye” olarak kurucusunun adını yüzlerce sene taşımaya devam etti ve Fatih, ebedi uykusunu bugün bir zamanlar İmparator Konstantin'in defnedildiği mekânda uyuyor. 4.yy.da Hıristiyanlığı kanunen en büyük suç olmaktan çıkaran ve böylece Ayasofya gibi yüzlerce sene emsalsiz kalan bir mabedin yapılmasının da önünü açan Konstantin'in kemiklerinin kaybolmasının üzerinden asırlar geçti, fakat Fatih'in mumyalanmış cesedi hala yerinde.

Meseleyi özellikle Fatih’in vasiyetine dayandırmak, onu Büyük İskender ya da Atatürk gibi tarihte çok önemli kırılmalara yol açan bir deha yapan asıl özelliklerinin göz ardı edilmesine yol açmamalı. Fatih'i tüm yönleriyle anlamaya çalışmak yerine, sadece tek bir özelliği üzerinden yaratılan bir tasavvurla neredeyse 600 sene önceki bir başarıya duyulan bu denli yoğun bir özlemin sebepleri ise bizce iyi irdelenmeli. Fatih'in talimatıyla kurulan ve yerine otel, AVM, yat limanı vs. yapılmak üzere özelleştirilen tarihi Haliç Tersaneleri ya da Arapların, yerlerine son derece rüküş ve estetikten yoksun lüks oteller, AVM’ler yapmak üzere yıktıkları Osmanlı eserleri için neden benzer tepkiler gösterilmediğini hepimizin düşünmesi lazım.

Din tarım imparatorluklarında güç gösterisi, toprakların, sahip olunan mücevherlerin ve mâbedlerin büyüklüğü üzerinden yürüyordu. Fakat zaman değişiyor. Günümüzde güç gösterileri, bilim, sanayi, bilişim, teknoloji, sanat, bir ülkenin insanlarına verdiği değer gibi çok farklı alanlarda icra ediliyor. Bugün tek bir kişinin kafasında taşıdığı bilgi, tüm Türkiye’nin yıllık ihracatının kat ve kat üzerinde bir değere yani güce sahip olabiliyor. Osmanlı dünyadaki değişimi kavrayabilseydi, imparatorluk parçalanırken kurtuluşu nafile bir şekilde yüzlerce sene geriye giderek, “Kuruluş” dönemine dönmeye çalışmakta aramazdı. Roma da çökerken suçu benzer şekilde geleneklerden ve ataların inançlarından uzaklaşmış olmakta aramıştı. İstanbul Osmanlılar tarafından fethedilmek üzereyken ise bilindiği üzere Ayasofya’da meleklerin erkek mi yoksa dişi mi olduğunun tartışıldığı ileri sürülür hep.

Fakat güç gösterilerinin, günümüzde hala bir teselli aracı olarak mâbedler üzerinden yürütülmeye çalışılması tek taraflı bir olgu değil. Ayasofya’nın tekrar kilise olarak açılması sağlanmadan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kesinlikle alınmaması gerektiğini iddia eden oluşumlar hepimizin malumu.

Fatih döneminde inşa edilen, 1687'de Atina'yı işgal eden Venedikli Morozi tarafından Katolik kilisesine dönüştürülen, Atina tekrar Osmanlıların eline geçince Yunanistan'ın bağımsızlığını kazandığı 1824'e kadar yine cami olarak kullanılan ve 1935 yılında yıktırılmak istenen, ancak dönemin Türk hükümetinin girişimleri sonucu bundan vazgeçilen ve Atina'daki en eski Osmanlı eseri olarak bilinen Fethiye Camii’nin ibadete açılmasının sözkonusu edilmesine dahi izin verilmediği halde, restorasyonunun bile çok ciddi itirazlarla karşılaşmış olması doğal olarak uluslararası ilişkilerde belirleyici bir husus olarak "Mütekabiliyet ilkesini" hatırlatmakta. Yunan hükümetinin Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasına karşılık Atina'daki Fethiye Camisi'nin açılması teklifini şiddetle reddettiğini biliyoruz. Striptiz kulübü yapılan camilerin yanı sıra, 15. yy.da inşa edilen ve bir minaresi Mimar Sinan’ın eseri olan Arta’daki Faik Paşa Camii ise 1976 yılına kadar genelev olarak kullanılmıştı (Tarihi, Hukuki, Toplumsal Boyutlarıyla Mübadele. Dr. Neval Konuk - İstanbul Barosu Yayınları. Mayıs 2012).

Türk Tarih Kurumu’nun 2003'te başlattığı dünyaya yayılan Türk kültür varlıklarını tespit çalışması doğrultusunda yıllardır yapılan tüm başvurulara rağmen, sadece Yunanistan Türkiye'den uzmanların tarihi ve kültürel varlıkları araştırmasına izin vermedi. Osmanlı’nın Balkan topraklarındaki ilk ve en büyük camisi olarak bilinen ve Batı Trakya Türk idaresinden çıktıktan sonra Dimetoka’daki Müslüman cemaatin kullanımına izin verilmeyen Çelebi Sultan Mehmed Camii ise bakımsızlıktan yıkılıyor. Macaristan'da Osmanlı'dan kalan en büyük eser olan Gazi Kasım Paşa Camii ya da Sofya’da 1528 yılında Kanunî Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan tarafından yapılan Kara Camii de kilise olarak kullanılmakta. İspanya’daki Kurtuba Camii’nin içine ise bir katedral yapıldı ve kimi zaman ziyaretçiler ayin olduğu gerekçesiyle içeri sokulmaz. Giralda çan kulesiyle birlikte Sevilla Katedrali'nin de evveliyatında bir Endülüs Camii var.

Başka dinlere mensup toplumların, tarihi ve sanatsal değerleri olmasına rağmen İslam mâbedlerine karşı göstermedikleri yaklaşımı Ayasofya’ya karşı bizim göstermemizi beklemenin itirazlarla karşılaşması anlaşılır bir durum. Ama konunun uzmanı olarak kabul edilen birçok isim, 1930'ların siyasî mülâhazaları neticesinde müze haline getirilmiş olan ibadethanenin yeniden cami yapılmasının sadece bir hükümet kararından ibaret bulunmadığı, uluslararası bir mesele kimliği taşıdığı ve şimdi böyle bir kararı alıp uygulamanın da çok zor ve nerede ise imkânsız olduğu görüşünde birleşmekte.

Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi farklı nedenlere dayandırılabilse dahi, şu an tekrar cami yapılmasıyla sözkonusu küresel finans sistemine karşı sembolik de olsa bir itiraz, bağımsızlık ve irade beyanında bulunulacağına inananlar var. Fakat inançların, medeniyetlerin başarısını bir ibadethaneye indirgemenin hiç kimseye, hiçbir getirisi olmadığını tarih bize sayısız kez göstermiştir. Trabzon ve İznik Ayasofyalarını yeniden camiye dönüştürmüş olmamızın kime, ne tür bir üstünlük sağladığını düşünmeliyiz. Tümüyle kendi iradesini uygulayabilecek kadar güçlü ve bağımsız bir Türkiye’nin ise günümüzde sembolik olmaktan öteye gidemeyecek bu tür hareketlere ihtiyaç duymayacağına inanıyoruz.

Tarih boyunca üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış olan İstanbul, kültürlerin harmanlandığı bir kent. Doğu’yu, Batı’ya; Kuzey’i Güney’e bağlayan bu muazzam kapıdan geçen herkes kendisinden bir şeyler bıraktı. Bırakılanlar iç içe geçti, birbirine karıştı ve ortaya çok katmanlı, derin ve fevkalade zengin olan emsalsiz bir miras çıktı. İşte tam bu noktada, Ayasofya’nın anlam ve önemi su yüzüne çıkıyor. Ayasofya, fetih sonrasında Osmanlıların şehrin eski sahiplerine gösterdiği saygının en büyük simgesi olmasının yanında, Osmanlıların İstanbul’a kazandırdığı yapılarla arasındaki organik bağ ile aynı zamanda sürekliliğin de sembolü. İstanbul’un iç içe geçmiş, birbirine karışmış ve çok katmanlı yapısının en görkemli yansımasıdır Ayasofya. Bizans’ın kilise olarak inşa ettiği, Osmanlılara miras kalan ve cami olarak kullanılan Ayasofya’nın tarihinde yaşadığı kırılmaların altındaki sürekliliğin, İstanbul’un çok kültürlü yapısına uygun bir şekilde “müze” olarak vurgulanması bizce doğru ve bir o kadar da anlamlı bir yaklaşım.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur,
TUREB

TÜRK MARKALARI ARAP COĞRAFYASINA KUVEYT FUARI İLE AÇILIYOR



Körfez Ülkeleri,Türk markaları için büyük fırsatlar sunuyor. Bölgede ilk olma özelliği taşıyan ve Kuveyt’te gerçekleşecek ‘Türkiye Markaları Franchising ve Bayilik Fuarı’na,  Arap Yarımadası’na açılmak, bölgede yatırım yapmak isteyen Türk markaları katılıyor…

AYNEX Fuarcılık, 3-5 Kasım tarihleri arasında Kuveyt’te Türkiye Markaları Franchising ve Bayilik Fuarı’nı düzenleyecek. Körfez Bölgesi’nde Türk markalarının ticari faaliyetlerini arttırmaları, doğru işbirlikleri gerçekleştirmeleri için düzenlenecek Kuveyt’teki Fuar, ev tekstilinden giyime, kozmetikten takıya, zücaciyeden dekoratif ürünlerine, halıdan mobilyaya kadar çok geniş bir ürün yelpazesi ile gerçekleştirilecek ve özellikle organizasyona gıda firmaları ve restoranlar büyük ilgi gösteriyor. The Regency Otel’de gerçekleşecek fuara yaklaşık 80 firma katılacak. 2 bin 500 metrekarelik fuar alanında Türk markalarına ev sahipliği yapacak olan Fuar, UFRAD’ın desteğinde gerçekleşiyor.

Aynex Fuarcılık Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Koordinatörü Hasan Bünül, Türk markalarının bölgede özellikle de Kuveyt’te sevilmesine ve coğrafi yakınlığa rağmen Türk girişimcilerinin sayısının oldukça az olduğunu belirterek, “Fuar Kuveyt’te ve Arap Coğrafyasında; bayilik ve franchise vermek isteyen markalar için iyi bir fırsat. Özellikle gıda markalarından ve restoran zincirlerinden talep alıyoruz. Ağustos’ta yüzde 100 doluluğa erişiriz” dedi.

Bünül, Orta Doğu’nun bazı bölgelerindeki karışıklıkların Kuveyt gibi Körfez Ülkeleri pazarını daha da önemli hale getirdiğini ifade ederek, Türk markalarına çok büyük fırsatlar sunduğunu vurguladı.
Kuveyt’teki Türkiye Markaları Franchising ve Bayilik Fuarı’na Çıtır Usta, Kocatepe Kahve ve Ahu Gıda, Kütahya Birlik, Gezer Terlikleri gibi franchise ve bayilik vermek isteyen firmalar katılıyor.

TÜRK MARKALARI ARAP COĞRAFYASINA KUVEYT FUARI İLE AÇILIYOR




Körfez Ülkeleri,Türk markaları için büyük fırsatlar sunuyor. Bölgede ilk olma özelliği taşıyan ve Kuveyt’te gerçekleşecek ‘Türkiye Markaları Franchising ve Bayilik Fuarı’na,  Arap Yarımadası’na açılmak, bölgede yatırım yapmak isteyen Türk markaları katılıyor…
AYNEX Fuarcılık, 3-5 Kasım tarihleri arasında Kuveyt’te Türkiye Markaları Franchising ve Bayilik Fuarı’nı düzenleyecek. Körfez Bölgesi’nde Türk markalarının ticari faaliyetlerini arttırmaları, doğru işbirlikleri gerçekleştirmeleri için düzenlenecek Kuveyt’teki Fuar, ev tekstilinden giyime, kozmetikten takıya, zücaciyeden dekoratif ürünlerine, halıdan mobilyaya kadar çok geniş bir ürün yelpazesi ile gerçekleştirilecek ve özellikle organizasyona gıda firmaları ve restoranlar büyük ilgi gösteriyor. The Regency Otel’de gerçekleşecek fuara yaklaşık 80 firma katılacak. 2 bin 500 metrekarelik fuar alanında Türk markalarına ev sahipliği yapacak olan Fuar, UFRAD’ın desteğinde gerçekleşiyor.
Aynex Fuarcılık Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Koordinatörü Hasan Bünül, Türk markalarının bölgede özellikle de Kuveyt’te sevilmesine ve coğrafi yakınlığa rağmen Türk girişimcilerinin sayısının oldukça az olduğunu belirterek, “Fuar Kuveyt’te ve Arap Coğrafyasında; bayilik ve franchise vermek isteyen markalar için iyi bir fırsat. Özellikle gıda markalarından ve restoran zincirlerinden talep alıyoruz. Ağustos’ta yüzde 100 doluluğa erişiriz” dedi.
Bünül, Orta Doğu’nun bazı bölgelerindeki karışıklıkların Kuveyt gibi Körfez Ülkeleri pazarını daha da önemli hale getirdiğini ifade ederek, Türk markalarına çok büyük fırsatlar sunduğunu vurguladı.
Kuveyt’teki Türkiye Markaları Franchising ve Bayilik Fuarı’na Çıtır Usta, Kocatepe Kahve ve Ahu Gıda, Kütahya Birlik, Gezer Terlikleri gibi franchise ve bayilik vermek isteyen firmalar katılıyor.

YAZ TATİLİNİN ADRESİ SUNDANCE RESIDENCES & SUITES HOTEL



UNUTULMAZ TATİLİN SIRRI BURADA!
Stil Sahibi Dj Doğuş Çabakçor Eşsiz Bir Müzik Ziyafetiyle Bu Yaz Sundance Residences & Suites Hotel’de
Türkiye’nin en iyi elektronik dans müzik DJ’lerinden olan Doğuş Çabakçor Sundance Residence &Suites Hotel’in müzik direktörlüğünü üstlendi. Sundance Residences&Suites Hotel’in  Kadıkalesi Koyu’ndaki eşsiz gün batımı manzarası ve butik hizmet anlayışı, Çabakçor’un seçkin mixleri  ile buluşarak karşı koyulmaz bir keyif vaat ediyor.


Dj Doğuş Çabakçor’un Sundance için özel hazırladığı muhteşem coverları, dans etmeden duramayacağınız şarkılardan oluşan repertuarı ve tatilin ruhuna enerji katan setleriyle Sundance misafirlerine benzersiz müzik şöleni hazırlanıyor.Siz de yazınızı Doğuş Çabakçor’un eşsiz müzik eğlencesiyle renklendirmek isterseniz Sundance Residences & Suites Hotel’de yerinizi ayırtın!

Bodrum’un eşsiz günbatımı manzarasına sahip Kadıkalesi koyundaki Sundance Residences &  Suites Hotel, 5 yıldızlı konaklama hizmetiyle yazınızı size özel ayrıcalıklı bir tatile dönüştürüyor. Denize sıfır konumu ve 4 bin metrekarelik özel plajıyla doğa ile iç içe olan Sundance Residences & Suites Hotel, misafirlerini konforlu iç mimariye, sakin ve dinlendirici atmosfere sahip ortalama 70 metrekare büyüklüğündeki suite odalarında ağırlıyor. Her köşesinde butik zevkin hâkim olduğu suite odalar, salon, oda, 2 banyo ve mutfaktan oluşuyor.
Sundance Residences&Suites Hotel, Turgutreis’e 2, Bodrum Havaalanı’na 55 kilometre mesafede.

“Nerede o eski Ramazanlar” diyenleri, Crowne Plaza Istanbul Asia’da iftara bekliyoruz




Eskiye özlem duyanlar için eşsiz bir buluşma ayıdır, 11 ayın sultanı Ramazan. Özenle kurulan sofralarda, leziz yemekler eşliğinde edilen doyumsuz sohbetlerdir o özel ayı anlamlı kılan. İşte Crowne Plaza Istanbul Asia, bu özel ve anlamlı aya, sıcacık lezzetleriyle hazırlandı bile. Sizler en sevdiklerinizle eskiye doğru yolculuğa çıkarken, Crowne Plaza Istanbul Asia sizin için enfes sofralar hazırlıyor. Çeşit çeşit iftariyeliklerle başlayacak bu lezzet yolculuğunda, Osmanlı Mutfağı’nın tarifsiz tatları ve sonrasında Ramazan ayının olmazsa olmaz güllacının yanına bir de fasıl dinletisi eşlik edecek.

Set menü veya açık büfe seçeneklerinin sunulduğu Crowne Plaza İstanbul Asia’da, her şey “Nerede o eski Ramazanlar” diye iç geçirenler için hazırlandı. Crowne Plaza İstanbul Asia, hazırladığı; kişi başı 39 TL’ den başlayan fiyatlarla zengin serpme set menüleri ve 59 TL’ye açık büfesi ile iftar sofralarınızı tam bir şölene dönüştürüyor. Grup ve iftar davetlerine de ev sahipliği yapan Crowne Plaza Istanbul Asia, güler yüzlü ve deneyimli kadrosuyla en özel an’ları anı’ya dönüştürüyor…

İyi yaşama adanmış bir gün “Wellness Day” Richmond Nua’da etkinliklerle kutlandı



New Yorklu ünlü yazar Kristina Vanni, Spa ve Wellness gurusu Rona Berg ve USA Today yazarı ve blogger Kitty Bean Yancey, Wellness Day için Türkiye’ye geldi.

Hedef “İyi yaşam” bilincini yayarak Türkiye’den dünyaya uzanan uluslararası bir gün yaratmak.

Richmond Nua tarafından 2012 yılında hayata geçirilen
Wellness Day etkinlikleri kapsamında düzenlenen
 “Uluslararası Wellness Day'in neden şimdi tam zamanı?”
panelinde iyi yaşam konuşuldu.

Sağlık hayatımızın en önemli konularından biri olduğu halde neden özel bir günü yok? sorusu ile başlayan ve Richmond International Kreatif Direktörü Belgin Aksoy liderliğinde organize edilen Wellness Day, bilinçli ve daha iyi yaşam için hayatımızı 1 gün bile olsa değiştirerek, sağlıklı yaşama dikkat çekmeyi amaçlıyor. Hedef “iyi yaşam” bilincini yayarak, Türkiye’den dünyaya uzanan uluslararası bir gün yaratmak.


Wellness Day etkinlikleri kapsamında düzenlenen  “Uluslararası Wellness Day'in neden şimdi tam zamanı?” panelinde, Spa ve Wellness alanında dünya çapında takip edilen yayıncı, yazar ve blogger’lar, “Sağlıklı yemek pişirme ve yeme konusunda uzman NewYorklu yazar Kristina Vanni, güzellik, Spa ve Wellness gurusu Rona Berg ile seyahat ve Spa medyasının en önemli isimlerinden USA Today yazarı Kitty Bean Yancey, iyi yaşam alanındaki deneyim ve tecrübelerini konuklarla paylaştılar.

Wellness Day etkinliklerinde bu yıl, Yoga master Gem Akcan, Türkiye’nin Fitness Superstarı Murat Tavman, ödüllü İsveç güzellik ve bakım markası Kerstin Florian Grup Başkan Yardımcısı Charlene Florian gibi değerli katılımcıların seminer ve eğitimleri de yer aldı.

Katılımcılar, www.globalwellnessday.org web sitesi üzerinden “Sağlıklı yaşamı destekliyorum” imza kampanyasına dahil olup, Türkiye’nin sağlıklı yaşama olan ilgisini dijital platformda paylaşarak, Wellness Day’i Türkiye’den dünyaya uzanan uluslararası bir gün haline getirmek için destek oldular.


Dünya basınının prestijli yayınları Wellness Day’i izlemek için Türkiye’ye geldi.
Wellness Day etkinliklerini takip etmek üzere Shape, American Spa Magazine, Robb Report Health, Men’s Health gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin en çok okunan dergilerinin editörleri ve bloggerlardan oluşan bir basın grubu Türkiye’ye geldi.

Wellness Day fikir lideri, Richmond International Kreatif Direktörü Belgin Aksoy;
“İyi yaşama dikkat çekmek ve insanları bu konuda teşvik etmek amacıyla 2012 yılında hayata geçirdiğimiz Wellness Day’i, her yıl Haziran ayının ikinci Cumartesi gününde kutlayarak, insanlarda iyi yaşam bilincinin oluşmasını sağlamaya çalışıyoruz. Amacımız, herkesi 1 gün bile olsa “Nasıl daha sağlıklı ve iyi yaşarım?” düşüncesine yönlendirmek, hem kişileri hem toplumumuzu  “İyi yaşam” konusunda bilinçlendirmeye çalışmak. Hedefimiz  ‘sağlığa adanmış bir gün’ olan Wellness Day’i  Türkiye’den çıkan ve tüm dünyada kutlanan resmi bir gün haline getirmek.” dedi.

TAVROS YATIRIM HOLDİNG’İN OPERASYONDAN SORUMLU BAŞKAN YARDIMCISI İLHAN MÜRSEL OLDU



Uluslararası gayrimenkul ve otel projeleri gerçekleştiren Tavros Yatırım Holding’in Operasyondan Sorumlu Başkan Yardımcısı İlhan Mürsel oldu...

1985 yılı Kazakistan doğumlu İlhan Mürsel, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okudu. Kariyerine 2003 yılında Detur Turizm Acentası’nda başlayan Mürsel, Antalya bölgesi otel sorumlusu oldu. 2009 yılı Tavros’un kuruluşunda yer alan Mürsel, 2014 yılı Tavros Yatırım Holding’de Türkiye’de Operasyondan Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak çalışıyor.İngilizce ve Rusça bilen Mürsel evli ve 2 çocuk babasıdır.


Türkiye’deki en huzurlu şehir sıralamasında birinci seçilen Sinop ve çevresini gezginlerin beğenisine sunuyor



Bir tatlı huzur almak için SUYA TUTUNAN ŞEHİR SİNOP Sinop - Erfelek -Tatlıca Şelaleleri- Ayancık- İnaltı- Akgöl                                

Bir rivayete göre Baş tanrı Zeus, Irmak tanrısı Aisopos’un güzel kızı Sinope’ye aşık olmuş. Kızın isteği üzerine de onu Karadeniz’in en güzel yerine, yani bugünkü Sinop’un bulunduğu yere yerleştirmiş ve Sinope adı zamanla Sinop’a dönüşmüş. Bir diğer ihtimal ise Sinop ile Samsun’da yaşamış olan Amazonlar’ın Sinope adında bir kraliçelerinin bulunduğu ve şehre onun adının verildiği.

Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan istemem” diyebilen Diyojen’in doğduğu topraklarda bugün, genç kızlar gece geç saatte rıhtımda yalnız yürüyüşe çıkabiliyor, İnsanlar mutlu ve huzurlu... Öte yandan Türkiye’nin en sevimli turistik şehirlerinden biri. İşte, böyle bir şehir Sinop.

Sinop Havaalanından başlayacak bu gezide GEZGİNLER Sinop Müzesi’ni, Etnoğrafya Müzesi’ni, Seyit Bilal Türbesi’ni, Sinop Kalesi‘ni ve Ününü, Sabahattin Ali’nin “Dışarıda deli dalgalar / Gelir duvarları yalar / Seni bu sesler oyalar / Aldırma gönül aldırma” dizelerinden alan Cezaevi’ni , Alaaddin Camii’ni, Balatlar Kilisesi’ni, çocuklara Pisagor teoreminin öğretildiği Pervane Medresesi’ni, acıklı bir tarihe tanıklık etmiş olan Paşa Tabyaları’nı ve Amazonlar’ın erkeklere karşı verdikleri amansız savaşlardan fırsat buldukça, sadece kadınların becerebileceği bir ustalıkla süsledikleri Serapis Tapınağı’nı öte yandan muhteşem manzarası ile Ak Liman’ı, İsveç Fiyord’larını andıran güzellikteki ünlü Hamsilos Koyu’nu ayrıca Plajı, Gölü ve Longoz Ormanları ile Doğal bir Cennet olduğu gibi Kuş Cenneti de olan Sarıkum’u ve Türkiye’nin en kuzey noktasında yer alan İnce Burun Deniz Feneri’ni tanıyacaklar

Bütün bunların yanı sıra Sinop’tan biraz uzaklaşarak Erfelek’e gidip küçüklü büyüklü yirmi sekiz şelaleden oluşan Tatlıca Çağlayanıı, Ayancık ilçesi sınırında denizden 1070 m. yükseklikte bir doğa harikası olan İnaltı Mağarası sonra Akgöl ve Yaylası görülecek yerler arasında yer alacak. Tüm boşluklarda ise Sinop’un altın sarısı plajlarında deniz ve güneşin tadı çıkarılacak.

Tadı çıkarılacaklar arasında GEZGİN DAMAKLAR’ın olmazsa olmazı yöre lezzetleri, örneğin; Cevizli veya Yoğurtlu Sinop Mantısı- Çiğ Börek- Nokul -Keşkek- Yöresel mevsim sebzelerinden çeşit çeşit zeytinyağlılar - Pazılı tepsi böreği - Özel soslarla hazırlanmış yerli kuzu - Mısır Çorbası- Tavuk Yahnisi - Karalahana sarması, Barbunya Tava, Salata çeşitleri- İrmik Helvası- Ev Baklavası- Kabak Tatlısı gibi çeşitlerle damaklar da şenlenecek.

Bütün bunlardan sonra Sinop’un simgesi… Usta ellerden çıkan, seyretmeye doyulmaz el işi tahta maket kayık, kotra, çatana gibi, cicili bicili hatıra eşyalarından alışveriş yapmak ayrı bir keyif verecek katılımcılara.
Dönüş için Sinop geride bırakılıp Samsun’a doğru ilerlenirken yolda. Sinop’un sempatik ilçesi Gerze’de akşam çayları yudumlanacak ve ardından Samsun’da önce ünlü Atatürk Heykeli sonra Atatürk’ün 18 silah arkadaşı ile birlikte Samsun’a ilk adımı attığı yer olan, tütün iskelesi ve İlk Adım Anıtları ziyaret edilecek. Bu ziyaretlerden sonra Samsun Havaalanı’ndan İstanbul’a dönüş yolculuğuna çıkılacak.

"GEZGİNDAMAKLAR" ile
Bir tatlı huzur almak için
SUYA TUTUNAN ŞEHİR SİNOP
 Sinop - Erfelek -Tatlıca Şelaleleri- Ayancık- İnaltı- Akgöl                                
Sıradışı menülerle kahvaltı ve yemekler de dahil.
En fazla 20 kişinin katılabileceği Tur, 12-15 / 26-29 Temmuz, 4 gün / 3 gece
Paket Tur Fiyatı, Kişibaşı, Uçak hariç 695 TL
Detaylı bilgi için: www.gezgindamaklar.com  / Tel :  0216 348 53 90

Emirgan’da Yeni bir Pizzacı:Pizza Emirgan


Adı yok, tabelası yok. Sadece odun ateşinde pizzaların pişirildiği bir pizza fırını, tabureleriyle uzun bir bar ve mekanın önünde üç beş masa var. Has muhlis bir İtalyan pizzacısı.Birbirinden leziz 25 çeşit Napolitan usulü pizzanın olduğu menü, İtalya’dan ithal. Napoli pizzasını İstanbul’da yaşatıp, Türk damak tadına göre uyarlayan pizza ustası Kadir Aytekin; özellikle kabak çiçeği, avokado ve karidesli, enginar ve trüflü, cheddar peynirli çeşitlerini şiddetle tavsiye ediyor. Üstelik olabildiği kadar çeşit deneyin, dilediğiniz kadar tüketin diye dilim dilim sipariş vermek de mümkün.


Bir gece evvelden kalma soğuk pizza dilimleri yerini 08:30-12:30 arası servis edilen, fırından taze çıkmış, 6 çeşit kahvaltılık pizzaya bırakıyor.  Özellikle sucuk& yumurtalı pizza ve beyaz peynir& zeytin ezmeli pizzanın yanında içilen çay güne başlamanın en ‘’yerli İtalyan” yolu.   Pizzacının tatlıları da hakiki İtalyan: Nutellalı pizza seçenekleri ve tiramisunun yanı sıra bal kabağı kreması, yeşil fıstık ve ceviz pudra şekerli Pizza Panna Di Zucca’yı ısrarla isteyin!Emirgan’da ismi olmayan, tabelasız pizzacıyı mutlaka bulun! Birbirinden leziz pizza çeşitleriyle Pizza Emirgan, kısa sürede kendi müdavimlerini yaratacak.