20 Temmuz 2017 Perşembe

Aldatmak boşluk doldurmak mı?

Aldatmak konusu herkesin hayatından en az bir kere geçmiş bir durumdur
Direm Fikir Atölyesi kurucusu Didem Tınarlıoğlu yeni yazısında; “Aldatmak, kişinin hayatındaki boşlukları bazen fiziksel bazen de duygusal olarak doldurma ihtiyacının sonucudur.” Diyor



Aldığı koçluk ve eğitimci formasyonlarının öncülüğünde, deneyimli ekibiyle önde gelen birçok şirketin yönetimi ile çalışan, eğitimler veren ve bunun yanı sıra bireysel koçlukta da başarılı bir yol çizen Direm Fikir Atölyesi kurucusu Didem Tınarlıoğlu yeni yazısında; “Aldatmak, kişinin hayatındaki boşlukları bazen fiziksel bazen de duygusal olarak doldurma ihtiyacının sonucudur.” diyor.




Didem Tınarlıoğlu’nun yazısı:
ALDATMAK BOŞLUK DOLDURMAKSA EĞER

Aldatmak, kişinin hayatındaki boşlukları doldurma ihtiyacının sonucudur.

Bu boşluklar bazen fiziksel bazen de duygusal olabilir. 

Aldatılana karşı yapılan haksızlık gerçeğini kabul ederek, aldatan da omuzlarında büyük bir yük taşır. 

Bu yük, vicdanın, hayal kırıklıklarının ve geleceğe dair planlamalarının alt üst olmasının getirdiği sancılı bir acıyı aynı anda içinde barındırır.

Aldatmak konusu herkesin hayatından en az bir kere geçmiş bir durumdur.

Ya aldatılmış ya da aldatmış olmanın nasıl bir duygu olduğunu bilmeyen şanslı insan sayısının çok olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. 

En iyi ihtimalle, hayatımızın bir yerlerinde aldatılmanın taraflarından biri olmaya tanık olmuşuzdur.

En sıklıkla olan tabii ki ikili ilişkilerdeki eşlerden birinin diğerini aldatmasıdır.

Dünyada hiçbir şey birdenbire gerçekleşmez. Kimse birdenbire alkolik olmaz, birden bire boşanmaz, birden bire iflas etmez ve birden bire de aldatmaya başlamaz. Çünkü tükenme aşamalı olur.

Tıpkı alkol ya da iflas örneği nasıl ki yavaş yavaş ve ölçüsüz giden bir sürecin sonucu ise aldatma da aynen böyledir.

Bu sürecin başladığının sinyalleri verilir genellikle. Bazen konuşmalardaki satır aralarında, bazen küçük sitemlerle bazen de yüksek sesle. Ama nedense karşı taraf bunu pek duymaz ya da çoğunlukla umursamaz.

Ses tonu çoğunlukla sakin, beklentiler ise rica veya tavsiye seviyesinde olur. 

Sonra bu istekler talebe dönüşürken sesler yükselmeye başlamış tavırlar daha sertleşmiş olur. 
Ve bakar ki bu sinyaller alıcıya ulaşmıyor, beklentilerini veya boşluklarını dolduracak bir potansiyel bulduğunda buradaki eksikliğini doldurmaya yenik düşer.
Anlamaya çalışmak yerine savunmaya geçilir ve karşı taarruz başlar. İşte burada “En iyi savunma hücumdur“ ilkesi işlemez. Ters teper:)
Evliliğin bir ön provası olmadığından, çiftler aynı çatı altına girdikten sonra bir bakarlar ki uğruna ölüp bittikleri, görüşmek için dakikaların sayıldığı kişi gitmiş yerine bambaşka biri gelmiş. Kendi de kendisini tanıyamaz. Neden bu duygu değişikliği içine girdiğini bir türlü anlayamaz. İlişki içerisinde hem kendini hem de karşısındakinin duygusallığın ölümüne sürüklendiğini fark edemez.

İlişkiyi de sevgiyi de diri tutan kaybetme duygusu ve özlemdir. Evlilik gerçekleştiğinde bu iki temel kaygı ortadan kalkar, davranışlar daha özensiz sevgi aktarımı daha klişe olmaya başlar. Üstelik iki kişi başlayan bu sevgi aslında altı kişi ile yani her iki tarafın ebeveynleri ile de olur.

Oysaki siz bir kişiyi sevmiştiniz! 

Keşke evlilik simülasyonu yapılabilse öyle değil mi? Bu sevgili nasıl bir anne, nasıl bir aile babası olur? Kaybetme duygusu olmadığında davranışları ne olur? 

Bireyler genellikle hayat yarışına eşit ya da yakın statülerde başlarlar. Ancak yaşam ilerledikçe hayatta var olma ve başarı hikayeleri aynı hızda ilerlemez. Eşlerden biri geride kalır, diğeri alıp yürür. Kopmalar önce burada başlar. İlişki çatırdamaya başlar sessizce. Konuşulan ortak konular, yaşanılan mekanlar, elde edilen tecrübeler farklılaştıkça sevgiye bakış açısı da farklılaşır. 

Bütün mesele budur aslında. Önlem buralarda alınmalıdır.

Hiç kimse aldatma stratejisi ile bir ilişkiye başlamaz.

İlişkilerde tıpkı şirketler gibi yapılandırılmalı gerektiğinde yatırım artırılmalıdır. Nasıl ki işletmenin başlangıçtaki ana sermayesi durum ve rakip pozisyonuna göre değişkenlik gösteriyorsa, aynı şey ilişkiler içinde geçerlidir. Şartlar ve yaşanmışlıklar arttıkça bireylerde ilişkideki rollerini ve ilişkiye katkılarını arttırmalı ve taze tutmalıdırlar.

Aldatan haklıdır demiyorum asla! Ama aldatılanın da bazı zamanlarda haksız olduğu durumlar yok mudur acaba?

Aldatan sadece karşısındakine değil, kendi içindeki duygulara da hesap vermez mi?
İnanışa göre eşini aldatmayan tek canlı yusufçuk böceğidir. Aksesuar olarak da kullanılan yusufçuk, sadakati sembolize eder. Kumrular ise eşleri öldüğünde başka bir kumru ile eşleşmezler. Kumruların ömrü bir yıldır ve bu bir yıl boyunca hep aynı kumru ile çiftleşirler. Bu yüzden birbirlerine aşık çiftlere “kumrular gibiler “denilir.

Eşleri öldüğünde bunalıma giren canlılara ne demeli? Deniz Atı, fil pelikan, angut kuşu, kuğu ve köpeklerden insanoğlunun öğrenecek çok şeyi yok mu sizce de?

Eşi ya da sevdiğini kaybedince insanoğlu çoğunlukla daha az yas yaşıyor. Hayatına kitap ayracı misali kaldığı yerden geç de olsa bir şekilde devam ediyor.

Aldatma haince bir davranış, bir kaçıştır. Pes etmenin farklı bir eylem şeklidir.

Bir zamanlar çok değer verilen kişiye, ilişkiyi öldürmemek adına zamanında daha çok şans verilmeli ilişkiyi kopma eşiğine getirmeden çözümcü olunmalıdır. 

Gerçek şu ki; insanın yüreği üşüyorsa bedeni kiminle olursa olsun üşümeye devam edecektir. Bedeni farklı, ruhu başka yerde olarak ikiye bölünen arafta yaşamlar kişinin aynı zamanda kendisine de en büyük ihanetidir.

Sevginizin değerini bulması dileğimle.
Didem Tınarloğlu 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder