“Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu”nda 19. Yüzyılda büyüyen İstanbul’da artan suçlar üzerine bir sunum yapan Çankırı Karatekin Üniversitesi Araştırma Görevlisi Ali Can Batmaz, Osmanlı döneminde el kesme cezası yerine sürgün cezasına tabi tutulan kadın hırsızların, gittikleri yerlerde de hırsızlığa devam ettiklerini söyledi.
İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu döneminin tüm boyutlarıyla tartışıldığı, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi tarafından düzenlenen II. Uluslararası Osmanlı İstanbul’u Sempozyumu devam ediyor. Çankırı Karatekin Üniversitesi Araştırma Görevlisi Ali Can Batmaz, sempozyumun öğleden sonraki oturumunda “Osmanlı İstanbul’unda Kadın Hırsızlar” konulu sunum gerçekleştirdi. Batmaz, 19. Yüzyılda, 17. ve 18. yüzyıllara göre kadınların daha fazla etkinlik gösterdiği hırsızlık suç oranlarının giderek artış gösterdiğini söyledi. Erkeklere göre daha organize görünmeyen bu kadınlar için zenginlerin, değerli mal ve eşyaları ya da günlük kazanç elde edecekleri maddi durumu daha düşük seviyedeki insanların hedef haline geldiğini belirten Batmaz, “Galata, Beyoğlu, Üsküdar gibi semtler kadın hırsızlar için sürekli faaliyet alanı olarak öne çıkmıştır” dedi.
O dönemde İslam hukukuna göre hırsızlığın cezası “el kesme” olmasına karşılık; kadın hırsızların, el kesme cezası yerine sürgün cezasına tabi tutulduklarını ifade eden Batmaz, “Ancak arşiv belgelerinden edinilen bilgilere göre bu ceza sorunu gidermek bir yana caydırıcılık dahi sağlamamıştır. Çünkü daha önce yargılanarak uyarı alıp yeniden yakalanıp yargılanan ve sürgüne giden kadın hırsızların, sürgün cezalarının bitiminde İstanbul’a geri döndüğü ve yeniden suç dünyalarındaki yaşama devam ettikleri görülmektedir” diye konuştu.
İstanbul’un “Bekâr girer melek girmez” odaları
Süleyman Üniversitesi Araştırma Görevlisi Onur Gezer ise Osmanlı’nın bekârlarını ele aldığı sunumunda, her ne kadar insan hayatının doğal evrelerinden biri olarak sadece evlenmemiş olma durumunu ifade ediyor olsa da, bekârlığın aynı zamanda toplumsal belleğimizde pek de olumlu olmayan bir takım yargılar uyandırdığını söyledi. Ailesiyle problem yaşayan bekarların iş imkanları nedeniyle İstanbul’a göç ettiklerini belirten Gezer, şunları kaydetti: “Bu insanlar mahalle dışında yer alan bekar odalarında kalmaktadır. Çoğunlukla 6-7 kişiden oluşmaktadır. 17. Yüzyıldan sonra bekarlar iş gücü değil marjinal tipler olarak görülmeye başlamıştır. Şehirde çıkan en ufak problemde bekâr odaları sıkı bir şekilde denetlenmiştir. Odalarda sıkça fuhuş yapıldığı tespit edilmiştir. 3. Selim döneminde başıboş tayfa sürgün edilmiştir.”
Dilencilik Bizans dönemine dayanıyor
Osmanlı İstanbulu’nda dilenci tiplerini elen alan Kırıkkale Üniversitesi Araştırma Görevlisi Fatma Ünyay Açıkgöz de Osmanlı İstanbul’unda dilenciliğin kökeninin Bizans dönemine kadar uzandığını söyledi.
Osmanlı toplumunda dilencilerin başlı başına bir esnaf zümresi olup, çok çeşitlilik arz ettiğini ifade eden Açıkgöz, şunları kaydetti: “XVI. yüzyıldan başlayarak son dönemlere kadar arşiv belgeleri, eski İstanbul’u anlatan bazı eserlerde bir takım dilenci tipleri dikkati çekmektedir. İstanbul merkezli olarak, Osmanlı toplumunda cenaze dilencileri, külhanbeyleri, goygoycular (hoygoycular), kasideciler, sebilciler, ıskatcılar, sakatlar, sakat olmadığı halde sakat gibi dilenenler, Arap dilenciler, kadın dilenciler, çocuk dilenciler, taşradan zaman zaman İstanbul’a gelerek belirli yerlerde dilenen mevsimlik dilenciler, muhtaç olmadığı halde karnı tok dahi olsa gözleri doymayan dilenciler gibi bazı dilenci tipleri oluşmuştur. Ayrıca padişahların Cuma namazı, göç, biniş, askerî sefer ve av seferleri gibi bir yerden başka bir yere gidiş ve dönüşlerini fırsat bilip tezkere sunarak sultandan sadaka umanlar da ortaya çıkmıştır.”
Darphane ihtiyat hazinesine dönüşmüş
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Araştırma Görevlisi Ömerül Faruk Bölükbaşı, Osmanlı İstanbul’unun köklü kurumlarından biri olan ve genellikle Darbhâne-i Ȃmire olarak anılan İstanbul Darphanesi’nin, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında tarihinin en önemli dönemlerinden birini yaşadığını söyledi. Darphanenin sadece para basan bir kurum olmaktan çıkarak, devlet hazinesine destek olan bir ihtiyat hazinesine dönüştüğünü belirten Bölükbaşı, “Böylelikle devrin yıkıcı ve masraflı savaşlarının finansmanında hayati derecede ehemmiyetli bir rol üstlenmiştir. Savaş masrafları için gerekli parayı ihtiyat hazinesi olarak kendisine bağlanan birtakım kaynaklardan ve para basım gelirlerinden sağlamıştı” dedi.